'3

188 41 23
                                        


  odama bir ayna almayı neden düşünmediğimi ya da bunu şimdiye kadar neden fark etmediğimi bilmiyordum. belki de şimdiye kadar kendimi inceleme gereği duymadığımdandı bu, emin değildim. ama lucas'ın cılızlığımla ilgili söyledikleri ve onunla yaşıt olduğumu öğrenmemin etkisiyle kahvaltı yapmadan önce üst kat odalarını birbirine bağlayan holdeki boy aynasının karşısında bulmuştum kendimi. çok uzun boylu olmadığım doğruydu ama cılız sayılır mıydım bilemiyordum. kaburgalarım sayılmıyordu, ayrıca el bileklerimi baş ve işaret parmağımla saramıyordum. ya da belim öyle hafif bir meltemde kırılacak kadar ince değildi. anlaşılan benden onlar gibi dev bir canavara dönüşebiliyor misali bir görüntü sergilememi bekliyordu lucas.

  ben aynanın karşısında kendi etrafımda dönüp vücudumu incelerken babamın merdivenlerden tüm sessizliğiyle çıktığını fark ettim. arkamdaki duvara sağ yanını yasladığında omuzlarımı düşürüp aynadaki yansımasına bakarak dün kaçmayı başardıysam da şimdi başaramayacağım o konuşmayı bekledim, gelmekte geçikmedi.

  "dün bana yalan söylemeye çalıştığına inanamıyorum." dedi alayla gülerek ama ona yalan söyleyemeyeceğimi biliyordum, bunun farkında olduğu için sadece o an konuşmak istemediğimi anlamış olmalıydı. yine de omuz silkip aynadaki yansımasına bakmaya devam ettim.

  "ben de öfkesini kontrol edemeyen bir kurtla beni aynı evde bıraktığın yetmiyor gibi bir de onun bana kendimi savunmayı öğretmesini istemene inanamıyorum."

  "lucas mı öfkesini kontrol edemiyormuş?" dedi aynı alaycılıkla ama şaşırdığı belliydi.

  "hmhm."

  "emin misin?"

  aynaya arkamı dönüp başımla onayladım onu. inanmamakta ısrar etmesini anlamlandıramamıştım.

  "savunmasına güvendiğim diğer kurtların hepsine öfke kontrolünü öğreten kişi lucas, winwin." diye açıkladığında bu sefer ben kaşlarımı çattım çünkü bu şaşırtıcıydı.

  "o sadece on yedi yaşında?" dedim sorgularcasına. babamın gülümsemesi bu sefer alaycılıktan ziyade bilmişlik ve gururla belirdi.

  "biz biraz erken olgunlaşıp gelişiyoruz, buna alışman gerek."

  'biz'den kastı kurtlardı ve hâlâ böyle cümleleri üstüme alınamıyordum.

  "her neyse." diyip duvara yaslanmayı bıraktı. "şu dün konuşmak istemediğin şeyi dinlemek için can atıyorum. bugünlük benimle kahvaltı yapabilir misin?"

  "gevrek kaseme yaklaşırsan eline çatal saplarım." dedim dalga geçerek. onun kokusuna alışmış sayılırdım ve bunu bildiği hâlde böyle konuşması canımı sıkıyordu.

  "bunu başarabilirsen seni alnından öperim." diyip gülerek merdivenlere yöneldiği sırada dediği şeyin garipliğiyle kendi kendime öğürüyor gibi yaptım. benden hızlı olduğu için kolayca bundan kurtulabileceğini biliyordum, zaten yapacağımdan söylememiştim.

  "tamam, kusacaksan öpmem." dedi ve sesinden güldüğü anlaşılıyordu. öğürüyor gibi yaptığımı görmesini beklemiyordum ama çok da önemli değildi. alt kattaki mutfağa indiğimizde ben gevreğimi alırken oturmuş beni bekliyordu.

  "sen bir şey yemeyecek misin?" diye sordum karşısındaki sandalyeye otururken.

  "konuştuktan sonra belki."

  omuz silkip kaşığımı kağıt havluyla kuruladım ve öylece beni izlemesine aldırmadan gevreğimi yemeye başladım. aklımdakileri toparlamak için gereken vakti bana bir kase gevreğin sağlayabilmesini umarak devam ettim ama yetmeyecek gibiydi.

gonna let it burn [yuwin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin