'5

194 37 62
                                        


  su.

  sabaha karşı gözüme anca uyku girmişti ve o kısacık uykuda da suya hasrettim. sanki günlerdir sıcak çöllerde yolumu bulmaya çalışmışım gibi susuzluk çekiyordum.

  su.

  güneş ışınları odama yeni yeni sızarken alnıma damlayan bir damla suyla uyandım. dilim damağım kurumuştu ve başımda gereksiz bir ağırlık var gibiydi. gözümün önünü görebildiğimde küçük dilimi yutacaktım neredeyse.

  bir bardak su, tam üstümde, havada duruyordu.

  yatağımdan hızla kalkmak için hamle yaptığımda bardak sallandığı için donup kaldım. bacak kaslarıma ağrılar girerken sakince doğrulmaya çalıştım ama her hareketimde bardak biraz daha sallanıyordu, içindeki su da üzerime ve yatağıma dökülüyordu. tamamen doğrulduğumda bardak yüzümün önündeydi ve içi tamamen boşalmıştı. hâlâ havada duran bardağa dokunmakla dokunmamak arasında gidip geliyordum. sonunda elimi altına doğru uzattığımda avcuma yerleşti.

  "delirmiyorumdur umarım." diye mırıldandım

  elimi çektiğimde düşmesini bekliyordum ama olduğu yerde durmaya devam etti.

  "bu evin yüz kilometre yakınında bile büyücü yoksa bunu sen yapıyorsundur winwin." dedim kendi kendime ama kafam almıyordu. "ya da deliriyorsundur."

  bardağı tutup çekmeden hareket ettirmeye çalıştığımda -ki oldukça salak hissettirmişti- kımıldamıyordu bile. ama onu öyle durdurabiliyorsam hareket etmesini de sağlayabilmeliydim. birkaç kez gözlerimi kapatıp annemin dediği gibi, olmasını istediğim şeyin aslında gerçekleştiğini hayal etsem bile gözlerimi açtığımda her şey aynıydı. sonunda pes edip bardağı orada bırakarak babamın yanına gitme kararı aldım. bunu duymak, belki de görmek isteyeceğini düşünüyordum. her ne kadar kurt yönümün baskın olmasını istese de bu içimdeki saçma savaşla ilgili bir gelişme sayılırdı.

  yüzümü yıkayıp telaşla odamdan çıktığımda yöneldiğim merdivenin başında lucas'ı görmemle duraksadım.

  "ah, prensimiz uyanmışlar." dedi alayla. elindeki elmayı havaya atıp tutarken bana bakmıyordu bile. birkaç adım attığımda elmayı tutan elinin işaret parmağını iki yana sallayıp dudağını büzerek hiç hoşlanmadığım 'cık cık' sesini çıkardı.

  "aşağıda büyük adamlar konuşuyor winwin, uslu bir çocuk ol ve odanda arabalarınla oyna."

  kaşlarım çatılırken odamın kapısını çektim. bu beyin fonksiyonları yetersiz kurdun benim bekçim olması hoşuma gitmemişti.

  "aynı yaştayız." dedim dişlerimin arasından. benimle alay etmek için zamanlaması iyi değildi.

  "aynı boyutta ve güçte değiliz ama." dediğinde ben de aynı şekilde alayla gülüp ağırlığımı tek bacağıma verdim.

  "aynı güçte olmadığımızı, yani dün olanları hatırlaman iyi lucas. en azından hatalarından ders alabilirsin."

  sinirle hırlayacakken arkasından merdivenlerin aşağısına bakıp vazgeçti. duyduğum fısıltılar ve lucas'ın bu tavrı, aşağıdaki konuşmanın ciddi olduğunu gösteriyordu. odamda yatağımın üzerinde asılı duran bardağı babama sonra da anlatabileceğime karar verip lucas'ı orada bırakarak mutfağa geçsem de içimdeki heyecan yerimde durmamı engelliyor ve beni bir şeyler yapmaya itiyordu.

  işe pencereyi açıp mutfağı havalandırmakla başlamıştım ki pencerenin altında dikilen çocukla göz göze geldiğimde olduğum yerde kaldım. çocuk bana yakalanmanın verdiği boşlukla gülümsediğinde gözleri neredeyse kaybolmuştu. sinirle odama dönüp odamın penceresini de açtım ve orada da birinin olduğunu gördüm.

gonna let it burn [yuwin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin