mark kollarımı arkamdan sıkı sıkı tutarken ben hâlâ beni bırakması için bağırıp çağırarak çırpınıyordum. sinirden öyle bir noktaya gelmiştim ki mark beni bıraksa lucas'ın boğazına tekrar yapışır ve akciğerlerine bir daha hava gitmeyeceğine emin olana kadar onu bırakmazdım.her şey, yüzüme yediğim dokuzuncu yumrukla -ki bu babamın sinirle elindeki içki bardağını yere bırakmasıyla aynı zamana denk geliyordu- başlamıştı. lucas bana kendimi savunmam ve karşılık vermem için bağırırken ben tüm süre boyunca sadece içimi saran korkuya esir olup kaçmaya çalışmıştım. ne yapmam gerektiğini bildiğim hâlde bir şey beni geri çekiyordu sanki. ya da beni iten bir şey yok gibiydi. kollarımı bir türlü zamanında yüzüme siper edemiyordum ya da yumruk yediğim zamanlar hariç lucas'a yaklaşamıyordum bile. sonunda babam pencereyi açıp ona karşılık vermemi âdeta kükreyerek emrettiğinde aklıma gelen ilk şey, etkisi altında kalındığı süre boyunca vücudu kıramp ağrılarıyla ezen bir büyünün kelimelerini mırıldanmak olmuştu. etki etmeyeceğini bile bile bunu yapmış olmam çaresizlik ve rezaletten başka bir şey değildi. lucas bu hâlime iğrenç bir kahkaha atıp tekrar büyücüler ve annemle ilgili atıp tutmaya başladıktan sadece birkaç saniye sonra, o iğrenç kurt kokusu gitmişti.
"hadi ama, aşağılık bir büyücü olmadığını ikimiz de biliyoruz. başın sıkıştığında annenin palavralarına sığınmaman lazım winwin."
düştüğüm yerde derin derin nefesler alıp burnumdan akan kanı silerken yanıma diz çöküp sırıtmaya devam etmişti.
"sahi annen neden seni bırakmıştı? büyü yapamadığın için. büyücü olamadığın için. kurt olduğun için. bunu kabul et seni lanet şeytan özentisi."
"annem beni keyfinden bırakmadı." dedim yüzüne tükürerek. vücudum öfkeyle kavruluyordu.
"buna kendin bile inanmıyorsun winwin." dedi alayla ve daha da yaklaşıp fısıldayarak devam etti. "annen seni zavallı bir beceriksiz olduğun için bıraktı. sırf büyü yapamıyorsun diye seni sevmedi ve babana postaladı."
kulağıma eğildiği için bu yeterince iyi bir fırsattı benim için. annem hakkında bilip bilmeden konuşursa ne olacağını ona dün söylemiştim, beni dinlemesi gerekirdi. dinlemiyorsa da göreceği muameleyi kabullenmeliydi.
sol üst bacağının arkasına yumruğumu olan gücümle indirmemle lucas'ın çığlığının avluyu doldurması bir olmuştu. boşluğundan yararlanıp yüzüne de dizimi geçirerek tamamen yere yığılmasını sağlarken bir yandan da boğazımı yırtarcasına bağırıyordum.
"annem beni bırakmadı seni aptal küçük köpek, biraz kafan olsaydı bunu tahmin edebilirdin ama anlaşılan tanrı senin beyninden alıp boyuna vermiş."
kalkmaya çalıştığında öfkeyle yüzünü tekmelemiştim ama o da hızlı davranıp ayağımı tuttuğu gibi beni yere yapıştırmıştı. saçma bir boğuşmanın ardından parlayan gözleriyle lucas üstte kalınca ellerimi boğazına sarmıştım. yüzünün yavaş yavaş morardığını ve gözlerinin yuvalarından fırlayacak kadar büyüdüğünü görmek istediğime o kadar emindim ki tüm gücümle onu da döndürüp üste çıkmış ve boğazına dizimi bastırmaya başlamıştım. lucas çırpınarak şiddetle sırtıma ve omuzlarıma vursa da durmak gibi bir niyetim yoktu. gözlerindeki o iğrenç parlaklığın yok olmasını izlemek istiyordum. mark beni omzumdan tutup çekmeseydi izlerdim de. bundan beni mahrum bıraktığı için mark'a da sinirliydim.
"winwin kes şunu!" diye bağırmaya devam etse de durmadım. beni bırakması ve lucas'ı öldürmeme izin vermesi gerkiyordu.
"annem beni bırakmadı!" diye son kez haykırdığımda sesim bana ait değil gibiydi. duyduğum ses daha çok dövüşün başında babamın bana bağırışı gibiydi ve benden çıktığına inanamadığım için olduğum yerde donup kaldım. babam üst katın penceresinden aşağı atlayıp neredeyse saniyeler içinde önümde bittiğinde çenemi tutup onunla göz teması kurmamı sağladı.