'9

97 14 12
                                    


sungchan hayatı pahasına koşup gittikten bir saat kadar sonra sanki günlerce kimsenin uğramadığı ev burası değilmiş gibi üç kişi daha geldi, birisi hırpalanmıştı. biri aç olduğunu ifade ettiğinde mark'ı pansuman göreviyle baş başa bırakıp kendimi mutfağa attım. babamın da kötü bir durumda dönmesinden deli gibi korkuyordum, bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu. ateşe yaklaşmayacağımın sözünü başta kendime sonra mark'a verdikten sonra yanımda küçük sayılabilecek bir kurtla sebze doğramaya başlamıştım. lucas bir tür tabuyu kırmış gibi kapı hiç susmuyordu, sürekli birileri geliyordu. gelenlerin arasında gözüm sungchan'ı aramıyor desem yalan olurdu ama biliyordum ki shotaro'yu alıp buraya gelemezdi, en azından tek başına yapamazdı. ne hâlde oldukları içimdeki endişeleri körüklese de buna odaklanmak yerine diğerlerinin nereden geldiğini öğrenmeye odakladım.

"zhang'lar kafayı yemiş." dedi içeridekilerden birisi. herkes bir şeyler konuşuyordu ve ortam fazlasıyla gürültülüydü. "kapıdan içeri bile almadılar beni."

etleri doğramaya devam ederken istemizce yanımda sebzeleri doğrayan gence baktım. isminin yangyang olduğunu söylemişti.

"neler dönüyor yangyang?" diye sordum sanki bana tuzu uzatmasını istiyormuşum gibi bir tavırla. birileri buz ve su almak için mutfağa girip çıkıyordu.

"birkaç güne kalmaz savaş çıkacak." dedi yangyang aynı şekilde sakin bir tavırla, neredeyse elimi kesiyordum şaşkınlıktan. "klanlar çok bile beklediler, sürünün her üyesi destek istemek için tanıdık klanlara ve sürülere gitti. sonuç duyduğun gibi," diyip doğradığı sebzeleri tencereye aktardı. "kimse bir büyücüyü korumak için japon klanlarına karşı gelmek istemiyor."

bunu suçlayıcı bir tavırla söylemediği hâlde kendimi berbat hissettim. beni korumak için bu kadar sıkıntıya girmelerine rağmen benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. onunla kalsaydım annemin başına bela olacaktım, babamın yanına gelip sürünün başına bela olmuştum.

"hey," dedi yangyang. duraksadığımı görüp bıçağını bıraktıktan sonra bana döndü. "diğerlerinin aksine ben seni suçlamıyorum. ayrıca kurayami her zaman bir yol bulur, endişelenme."

kocaman gülümsemesine karşı ben de tebessüm etmeye çalışıp başımı salladım. babama bu kadar güvenmesi beni mutlu etmişti. hızla yemekleri pişirmeye devam ederken kapının kaç kez çaldığını, kaç kez açılıp beni dışarıdan gelen tacca kokusuna boğduğunu saymayı bırakmıştım. içerisi kurt kaynarken burnumun direği sızlamıyormuş gibi davranarak yemek hazırlamak zordu, bir süre sonra yangyang'ı şaşırtacak bir oflamayla pencereyi açmak için işimi bıraktım. içeriye temiz hava girdiğinde daha iyiydik.

"biliyor musun," diye fısıldadı bu sefer yangyang. giren çıkan olmadığına emin olmak için etrafına baktıktan sonra bana biraz daha yaklaştı. "ormanda yabancı bir kurt olduğunu düşünüyorlar."

nefesimi tuttum, babamın sürüsünün yuta'yı avlayanlardan olduğuyla ilgili korkunç fikrim tekrar kendini belli ederken şaşırmış gibi davranıp "öyle mi?" dedim. yangyang bu yabancı kurdun bir çeşit gözcü olabileceğiyle ilgili şeyler mırıldandıktan sonra içeri giren mark'la susmak zorunda kaldı.

"kurayami gelmek üzere."

yemekleri ve tabakları sakince masanın üzerine koydum, herkes kendi tabağına yemek alıp içeriye geçebilir diye düşünüyordum. mark'ın babamın geleceğini söylemesinin ardından içeriye yürüdüm. oda tanımadığım yüzlerle doluydu. yerde oturmuş birbirine pansuman yapanlar, kanepelerde durum değerlendirmesi yapanlar, pencereden dışarıyı izleyenler ve duvara yaslanıp belirsiz bir yere dalanlar vardı.

"şey," dedim sakince ve neşeli, endişeli, sinirli tüm gözler bana döndüğünde nefesimi bıraktım. "yemek hazır."

gruplar hâlinde mutfağa geçip yemeklerini yerlerken ben salonun bir köşesinde oturup olacakları düşünmeye başladım. buradan gitmem sürü için en iyi seçenek gibiydi ama gidebileceğim hiçbir yer olmaması bu fikre ket vuruyordu. annemin yanına dönemezdim, kendi başıma hem kurtlardan hem büyücülerden uzakta kalamazdım çünkü biliyordum ki önünde sonunda içimdeki savaş patlaklar vermeye devam edecekti. barınabileceğim tek yer bu ev, bu sürüydü ve ben onların sonu olmaktan korkuyordum. bir anlığına klanların yuta'ya dair bir iz bulup onu avlamaya devam etmelerinin benim yararıma olacağını düşündüysem de bana iki kez yardım etmişken onu tehlikeye atmak şerefsizlikten başka bir şey olmazdı. ayrıca sürü ormanda yabancı bir kurt olduğunu fark ettiyse japon klanlarının da fark etmiş olması muhtemeldi.

gonna let it burn [yuwin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin