Bazı geceleri değiştiremezsin; yıldızların ışığı yankılanır ayın kolları arasında, karanlık usulca ilerler bulutların arasında ve gece, birden çöker aydınlığın ortasına. Zaman, ince bir ip gibi dolanır etrafında ve kader, acımasızlığıyla dikilir karşında. Ta ki, geçmişte bir anıyı uykunda sayıklarken; kaderle ilk karşılaştığın an karabasan gibi üstüme çöktüğünde hatırladım.
Gökyüzüne, birkaç fotoğrafımı çivilediğimde; yeniden yeryüzünde ayaklarımın üzerindeydim.
Bu sefer gölgem daha soğuk ve kaderliydi.
Güneş en tepedeyken, ailecek gittiğimiz bir yolculukta arabamızın penceresinden içeriye ışığı süzülürken, çenemi yarı açık cama yaslamıştım. Sıcak rüzgâr; uzun, kıvırcık saçlarımı dalgalandırırken gün ışığından yarı kısık gözlerimle geçtiğimiz yolları izliyordum. Asfaltın üstündeki çizgileri saymak uykumu getiriyordu. Sayılarla aram iyi değildi, yine de gözlerimle takip etmek ve uykuya dalmayı seviyordum ama bu sefer sesler çok fazlaydı; sayıları aklımda tutamıyor, uykuya dalamıyordum. Ellerimle pencerenin pervazını sıkıca tuttum, dudaklarımı hafifçe aralayarak rüzgârı içime çektim. Çocukluğumda, araba yolculuklarında en sevdiğim hareket buydu. Rüzgârı dudaklarımın arasında hapseder, ağzımı sıkıca kapatarak kendi nefesimle birlikte içimde ne kadar tutabileceğime dair yarışa girerdim. Babam ve annem ön koltukta kendi aralarında tartışırken kendime mutluluk arardım. Daha sonra, hiç görmediğim ama çizgi filmlerde izlediğim günebakan çiçeği tarlasını gördüğümde sesleri daha çok bastırmak istercesine sinirle ağlamaya başladım. Bu büyüklerimden öğrendiğim bir hareketti. Ağlayarak her şeyi çözebileceğime ve bastırabileceğime inanırdım. Babam daha fazla çığlığıma dayanamamış olacaktı ki en sonunda günebakan çiçeklerinin önünde arabayı durdurmuştu. Sahte gözyaşlarımı elimin tersiyle silerek, güneşten neredeyse eriyecek olan plastik kapı kulpuna bütün gücümle asıldım. Ben büyük bir çocuktum ya, kimsenin kapımı açmasına gerek yoktu. Kendimi, kendime kanıtlayarak siyah kıvırcık saçlarımı işaret parmağıma dolayıp mutlulukta arabadan atladım.
Mutluluk, istediğini elde ettiğinde var olur.
Zihnimde bir yerlerde, çocuk aklıma kodladığım ilk yanlışımdı.
Güneşi ardımda bırakıp, çıplak omuzlarıma sıcağı değerken tarlanın içine koştum. Küçük bedenimle kocaman bir aralık oluşturana kadar en büyük ve güzel çiçeği aramaya başladım. Annemin ve babamın ikazları, benim neşeli kahkahalarımın yanında sadece bir fısıltıydı. Geriye dönüp bakmadım, ne kadar ilerlediğimi görüp daha sonra kendimle gurur duyacaktım. Koştum, kuru yapraklar tenimi keserken, güneş tenimde izini bırakırken, nefesime hapsettiğim rüzgarla koştum. Çıplak kollarımda küçük kesikler oluşurken, kan damlaları çatlayan kuru toprağın arasına akıyordu. Kıkırdayarak ellerimle ağzımı kapattım. Annem üzülecekti. Omuz silkeleyerek yeniden içime sıcak havayı çektim. Acısı ve tatlısıyla, gün ışığı altında benden uzun dallara dokunmak huzur veriyordu. Kavga ve bağırış sesleri yoktu; ayaklarımın altında çatırdayan uzun dallar ve gün ışığı vardı ardımda. Gözlerimi kısarak, bir elimi alnıma şapka göreviyle koyarak çenemi kaldırdım. Mavi ve beyaz bulutlar karmakarışık gökyüzünde çalı süpürgesine bulanmış gibi ince bir çizgiyle karışmıştı. İçimden bildiğim sayıları saymaya başladım. Gökyüzüne, ne kadar süre boyunca bakabileceğimi görmek istiyordum. Gözümü ısıran güneşin üstünü gölgelemeye başlayan bulutlara kaşlarımı çatarak baktım. Güneşi kapatıyorlar. Derin bir nefesi içime çekerken, ilk andaki gibi heyecan veya mutluluk yoktu. Güneşin varlığı güven verirken kararan gökyüzü çocukluğumu korkutuyordu. Ki, çocuk gibi hissetmek için artık geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELİMELER
General Fiction"Bana bir meleğin kanatlarını çalmışsın gibi baktılar; o ise, hep sırtımda varmış gibi bana inandı." 🎭 Lütfen, izin ver aşkım, her nefesini ensemde hissedeyim. Lütfen... Nefesini hiçbir şey örtmesin. O gece yağmur hiç durmadı, sokağımın sonundaki...