46. Kan İzleri.

3.1K 344 80
                                    

Eski orman denilen bu yere neden bu ismi verdiklerini attığım her adımda öğrenmiştim. Bastığım yerler bile arkama döndüğümde adım atılmamış gibiydi. Basmak için tek bir uygun alan dahi yoktu.

Her yer boyumu aşan çalılarla doluydu ve kaç saattir yürüdüğüm, yürümeye çalıştığım bu yolda önümü bir kez bile net olarak görememiştim.

Kurt formumdaydım ve saatlerdir bir şey bulamamıştım. Ve geçtiğim her yerde ise derimi çizmiştim. Hiç kesilmemiş bu dikenlerin arasından geçmek acı vericiydi. Sonu gözükmeyen bu yol korkunçtu.

Ama asıl korkunç olan şey Savaş'ın ölme ihtimaliydi ve bu yüzden bu dikenler umrumda değildi. Hava çoktan kararmış, güneş zaten giremediği bu ormanı seve seve terk etmişti.

Ve ben açık bir alan bulsam da dinlensem düşüncesi ile sürekli yürüyordum. Burada yatıp dinlenemezdim.
Nereye gittiğimi bilemeyişim de işi zorlaştırıyordu. Belki de güneş tekrar gelene kadar asla açık bir alan bulamayacaktım, bunu da bilmiyordum. 

Bildiğim tek bir şey dahi yoktu.
Mühür bölgem ise tek bir acı sinyali vermiyordu. İlk kez acıması için yalvaracak, sevinecek durumdaydım.

Koca çalıların arasından geçerken aniden bacağıma keskin bir şey saplanınca acı ile inledim.
Arkamı dönüp ne olduğuna baktığımda dikenin saplandığını gördüm ve geri çekmeye çalıştım.
Bunu yaptıkça acı veriyordu ama yapmazsam burada kalacaktım.

Bembeyaz tüyüm kırmızı kanlara bulaşırken daha da sert çektim. En sonunda dikenli sap ile beraber bacağımı kurtardığımda ilerlemeye çalıştım.

Bu şekilde yürümek zordu. Topallayarak yürümeye çalışırken Tanrı'ya beni bu görünmez yoldan kurtarması için dua ediyordum.
Yürüyecek gücüm bacağımdaki diken yüzünden azalmıştı ve birazdan çöküp gövdemin de dikenlerle kaplanmasına izin verecek duruma gelmiştim.

Ve karnım, bitkisel sularımı içmediğim için hafiften ağrımaya başlamıştı. Hamile kalabilmem imkansızdı artık fakat bunun için içmiyordum. Karnımın ağrısını ve yarasını iyileştirdiği için kullanıyordum. 

 Zorla yürüyüp kendimce çıkış yolu aramaya başladım. Burnuma herhangi bir insan ya da kurt kokusu da gelmiyordu ve burada kalmıştım. Buralarda kalıp sonumu kötü bitirmeye de hazırlanmalıydım.

Bu olumsuz düşüncelerimle yürümeye devam ettim. Ta ki solumda beyaz, küçük bir çiçek yaprağı görene kadar. Gözlerim maviye dönüp heyecanla parlarken yaklaştım küçük yaprağa. İçimdeki omega kurdum bu yaprağın beyaz bir güle ait olduğunu bağırıyordu.

Burnumu yaklaştırıp derin derin kokladım. Mühür yerim aldığım kokudan dolayı acımaya başladığında doğru yolda olduğumu anlamıştım. Savaş bu gülü yanında götürmüş olmalıydı. 

 Kendime bir ışık tutulduğu için bacağımı daha fazla zorladım. Biraz daha dayanmalıydım.
Doğru yoldaydım.

Tahmin edemediğim onlarca saatlerin üstüne bir iki saat daha yürürken en sonunda gözüme güneş ışığı gelince heyecanlanmıştım. Demek ki bu koca çalılıklar bitiyordu ve güneşin sızabileceği bir yere ilerliyordum.

Adımlarımı olabildiğince hızlandırıp devam ettim ve tam da düşündüğüm gibi açık bir alana ulaştım.

Ulaşır ulaşmaz anında küçük otların arasına yığılıp kalırken derin derin nefes aldım.
Boğulacak gibi olmuştum.

İLİACA (1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin