Çin'in puslu gri havası her bir insanın içinde bastırmaya çalıştığı sıkıntıyı yansıtır gibiydi. Gökyüzünde güneş veya herhangi bir kuş görünmüyor, sokaklarda sadece arabaların gürültüsü duyuluyordu. Sanki lanetli bir döngüye hapsolmuş gibiydi her yer.
Bugün, Memur Wen Jian için hiç de iyi bir mesai günü sayılmazdı- eğer eline yeni dosyalar geçmemiş olsaydı, büyük ihtimalle şimdi polis departmanında diğer iş arkadaşlarının davalarını ilgisizce dinlerken kahvesini içiyor olurdu. Sert bir rüzgar esti ve elindeki karton çay bardağı uçacak gibi olduğunda küfretti. Evren, kucağında nasıl değerli bir şeyin durduğunun farkında mıydı? Böylesi bir şeyin üzerine beceriksizce çay dökmesine izin veremezdi.
"Gergin gibisiniz, Memur Jian."
Genç adam oturduğu yerde irkilerek ayaklandığında dökmemesi için uğraştığı bardak sallanarak banktan yere düştü ve soğumuş olan çay parkın döşeme taşlarının arasında yol almaya başladı. Bunu fark etmemişti bile, Wen Jian'ın dikkat ettiği tek detay Amiri Shen'in ettiği küfrü duyma ihtimaliydi. Kahretsin, karakoldan dışarı çıkıyor muydu bu adam?!
"Efendim, olanları biliyorsunuz..."
"Xiao Zhan ve Wang Yibo davasını mı?" Başkomiser'in kırışık gözleri kısıldı ve genç adamın yanına, banka oturdu. "Davanın kapanmasından yedi yıl sonra bir gelişme olması şaşırttı. Neredeyse bütün karakol bunu konuşuyor."
"Evin kiracısı döşemeleri değiştirme kararı almasaydı muhtemelen bu gelişmeyi hiç göremeyecektik... Tanrı'ya şükür. Xiao Zhan'ın günlüğünü parkelerin altına yerleştireceğini kim bilebilirdi ki?"
Başkomiser Shen, Wen Jian'ın kucağında duran deftere baktı. Sarı renkliydi, üzerinde Zhan'ın kendisinin çizdiği düşünülen ayçiçekleri ve yıldızlar vardı. Her yeri hasar görmüştü ve sayfaları kabarmış, rutubetten deforme olmuştu. Kaliteli bir defter olmasaydı bu günlere kadar dayanıp dayanmayacağını merak etti yaşlı adam. "Ben bunu incelerken sen de olayı rapor et bana."
"Elde ettiğimiz bu kanıt birkaçı dışında bütün tahminlerimizi doğruluyor Amirim. Xiao Zhan sadece belirli aralıklarla yazmış fakat bununla bile bütün olayı aydınlatabildik." İç çekmesine engel olamamıştı. "Yanıldığımız tek yön; Zhan ve Yibo kavgalı değillermiş efendim, aksine ilişkileri hastalıklı denebilecek şekilde iyiymiş."
"Birbirlerini seviyorlarsa nasıl..." Başkomiser devamını getirememişti.
"Wang Yibo'nun psikolojisinin hastalıklı olduğu çok bariz, bizim incelememiz bittiğinde bu delilin psikolojik olarak da tahlilini yaptıracağım. Henüz bir isim koyamıyorum... Wang Yibo Zhan'ı bütün dünyadan sakınırcasına seviyor, ona karşı yapılan en ufak bir olumsuzluğa şiddetle karşı çıkıyormuş. Elbette, işin içinde kıskançlık da var..."
O sırada günlüğü okumakta olan Shen, Yibo'nun fotoğraf çerçevelerinden birini ne yaptığını sorguluyordu. Kıskançlıktan kastının ne olduğunu daha iyi anlamıştı şimdi.
"...Wang Yibo sevgilisini tüm dünyadan soyutlamaya başlamış ama Xiao Zhan da garip bir biçimde buna itiraz etmemiş. Sanki ikisinde de bir rahatsızlık var gibi..."
"Kesinlikle."
"Günlüğe eklenen son yazı, Wang Yibo'nun silahları almaya gittiği günün tarihinde eklenmiş."
"Gün boyu illegal bir yoldan silah almakla uğraşmış, ha..." Yedi yıl önce ona bu silahı satan adamı tutuklayıp sorguladıkları gün aklında beliriverdi birden. Tutukladıkları silah taciri can havliyle önce yalanlamış, ardından da Yibo'nun profiline uyan bir adamın gelip onunla alışveriş yaptığını çaresizce itiraf etmişti. Gözlerinde deli bir parıltı vardı, diyordu ifadesinde. Sanki bir dükkandan çiçek alıyor gibi sakin olmasına rağmen.
"Yanıldığımız kısım senaryonun son kısmında." Polis Memuru, boğazını temizledi. "Yibo Zhan'ı... Bu dünyada daha fazla kirlenmesin diye öldürmüş, bir kavga sonucunda değil."
Bir sessizlik oldu, bütün Çin bir saniyeliğine donakalmıştı sanki.
"Sevgilinin ebediyen üzülmesini engellemek için onu öldürmek." Başkomiser Shen cebindeki sigara paketini çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. "Bu gerçekten... Asla anlamak istemeyeceğim bir düşünce."
"Gerisini biliyoruz zaten... Yibo da hemen ardından aynı silahla intihar etmiş."
"Evet, evet Bay Jian." Sigarasının dumanını dışarı üfledi, usulca Çin'in koyu gri havasına karışmasını izledi. "Xiao Zhan sevgilisini elinde silahla gördüğünde nasıl bir tepki vermişti acaba."
"Silah ona doğrulduğunda korkmuş, kaçmak istemiş miydi? Yoksa bu düşünceyi kabul mu etmişti?" Neredeyse fısıltı gibi çıkıyordu sesi.
"Bunu öğrenebileceğimiz bir yer yok. Orada yaşananları asla bilemeyeceğiz." dedi ve sustu.
Sessizlikleri fazla uzun sürmemişti. Başkomiser Shen yenilmiş bir edayla doğruldu, havaya bir duman daha üfledi ve elindeki yıpranmış defteri genç adama verdi. "Resmi raporunuzu en geç yarına kadar teslim etmenizi bekliyorum Memur Jian. Bu dava tamamen kapanmalı artık."
"Elbette, Amirim." dedi Wen Jian ve adamın karakolun merdivenlerine doğru yürüyüşünü izledi. Günlüğü yeniden kucağına koydu, herhangi bir yeri atlamadığından emin olmak için sayfaları tekrar gezdi. Böylesi trajik davalarla çok fazla karşı karşıya geldiği olmuştu fakat neredeyse hiçbirinde kurbanın elinden yazılmış bir günlüğü davanın seyrini değiştirecek bir delil olarak kullanmamıştı.
İç çekti ve hava soğumaya başladığında dışarıda yeteri kadar durduğuna kanaat getirdi. İçeri gidip bir kahve alması gerekiyordu, gecenin uzun geçeceğini şimdiden biliyordu.
[son.]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lulu [Yizhan.]
Kısa Hikaye"Böyle karanlık bir dünyaya nasıl doğdun sen öyle," dedi. "Ne senin ışığını hak ediyoruz, ne de seni kirletmeyi." [yizhan- short story]