(Fazlasıyla işkence içermektedir piskolojik olarak etkilenecekler bunu göze alarak okusun lütfen. Sorumluluk kabul etmiyorum)
Yiğit...
Arabayla dolandığım sokaklarda aradığım adresi bulamıyordum. Kesinlikle bir yanlışlık vardı. Aynı yerlerde dolanıp duryordum. Olayın ciddiyeti açısından birine sormaya karar verdim. Ama sorabileceğim biride yoktu ki ortalıkta. Sadece kaldırımda yana yakıla ağlayan bir kız vardı onunda pek yardımcı olabileceğini sanmıyorum.
"Ulan Arduç senin vereceğin adresin içine sıçayım " diyerek elimi montumun cebindeki telefona attım. Arduç'u aradım aynı sinirle. İlk çalışta açmıştı telefonu.
"Lan bu verdiğin adres yanlış, burda öyle bir yer yok " diye bağırdım.
"Abi adres bir parça karışmış. Mahalle ile sokak isimlerini karıştırmış çocuklar. Ama gidip Fuat'ı aldım merak etme " sona doğru kısılan sesiyle bende şarteller attı. "Sıçtırma lan ağzına ne demek adres karışmış! İki saattir dolanıp duruyorum buralarda"
"Haklısın abi özür dilerim. Benim hatam "
"Sen uzun süre gözüme gözükme Arduç! " diye bağırdım sinirle. Kapattığım telefonu montumun iç cebine koyarken arabanın önüne bir anda çıkan biriyle kornaya basıp fren yapana kadar çarpmıştım bile. Çok geçmeden yere düşen kişinin az önce kaldırımda ağlayan o kız olduğunu gördüğümde hemen arabadan fırladım. Sorularıma cevap veremeyecek kadar kötüydü. Hemen kucaklayarak arabaya taşıdım.
Ağlamaktan kısılmış sesiyle iyi olduğunu diretsede onu hastaneye götürmüştüm. Fiziki olarak bir sorunu yoktu ama ruhsal olarak çok iyi olmadığı belliydi. Tarçın rengi kızılımsı saçlarıyla savaş halindeydi sürekli. Durmadan kulağının arkasına sıkıştırdığı saçlarıda onunla inatlaşır gibi sürekli yüzüne dökülüyordu. Onun gibi inatçıydı; inadına da şahit olmuştum. Saçlarının birebir aynısı gözlerinde sanki dünyanın yükü vardı. Beyaz teninin kızaran gözleri ve burnu ne kadar çok ağladığını ortağa koyuyordu. Kayıt açtırırken adının Gökçe olduğunu öğrenmiştim. Hayattan bıkmış bir hali vardı. Sorununun ailevi olduğunu annesinin telefonunu açmadığında anlamıştım.
Bir anda telefonu elinden alıp numaramı çaldırıp kaydetmiştim. Neye uğradığını şaşırırken daha önce hiç karşılaşmadığım o kızılımsı değişik gözleri elinde olsa beni bir kaşık suda boğacak gibi bakıyordu.
Hastanede işimiz bittiğinde Gökçe'yi evine bırakmıştım. Bir türlü aklımdan çıkmak bilmemişti o gözlerindeki hüzün. Ne yaparsam yapayım aklımın bir köşesini durmadan meşgul edip duruyordu. Ne sorunu var diye düşünmeden edemiyordum. Otele vardığımda gün akşamı bulmuştu. Otelin önünde durduğumda Arduç bir parça endişeli bakıyordu. Arabadan inerek Arduç'a sert bakışlar atarken içeri doğru yürüdüm arabayı Arduç'a bırakarak.
Etrafta bakınarak lobiye girdiğimde ileride oturan Efe ile Yusuf'u görmemle yanlarına yürüdüm. Beni gören Efe,
"Nerdesin sen ya bütün gündür? " diye sordu. "İşim vardı " diye geçiştirdim.
Yusuf,
"Hayırdır bizden habersiz ne işi? " dedi üsteleyerek. "Beni boş verinde siz ne yaptınız? Fuat sağ salim gelebildi mi? " dedim.
Efe,
"Geldi geldi. Ticaretteki hain Cihan şerefsiziymiş. O ötüyormuş depoların adresini, teslimat yerlerini. Bu gece Tamer Yalçın ile buluşacakmış şerefsiz köpek "
"Orayı başlarına yıkarız o zaman. Nerde buluşacaklar peki? " dedim
Yusuf,
"Tamer Yalçın'ın restoranlarından birinde buluşacaklarmış ikisi. Restoranda ikisinden başka kimse olmayacakmış, romantik takılacaklarmış " dedi dalga geçerek. "Lan zaten o Cihan şerefsizini geldi geleli hiç sevmemiştim. En başından beri size söyledim odur yada Nazım'dır diye. İkisinin tipinden şerefsizlik, hainlik akıyor. Ama elime düştü. Onu ölüm için yalvartmayan Yiğit adam değildir "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANSIMA
AdventureNOTER TASTİKLİDİR!!! Çalınması veya kopyalanması durumunda yasal işlem başlatılacaktır. Tüm hakları bana ait olup saklıdır. Yusuf Meriçoğlu, Efe Karabeyi ve Yiğit Ataman kesişen yolları birlikte çizildi uzun bir karanlığa. Yusuf, öfke kontrolü o...