Efe...
Gözüm saatteydi. Beş dakika bitmek bilmiyordu. Matematik hocası sınav sonuçlarını okuyordu. Tek derdim hemen çıkıp eve gitmekti. Annem bugün kemoterapi alacaktı. Onu çok merak ediyordum. Suzan Hoca göz ucuyla bana bakarak, "Efe Karabeyi 100 " dedi. Şaşırmamıştım. Hata biliyordum. Önümde ünüversite sınavı vardı bu yüzden derste tek ayrıntıyı atlamıyordum. Çünkü ders çalışmaya vaktim yoktu. Okul sonrası ve hafta sonları çalışıyordum çünkü. Defter, kitaplarımı çantama koydum. Saniyeleri sayıyordum adeta. Zilin çalmasıyla sınıftan fırladım. Otobüsü kaçıramazdım. Koşturarak okuldan çıktım saniyelerle tıklım tıklım otobüsü kaçırdım.
"Allah kahretsin! " diye söylendim. Telefonu çıkararak babamı aradım. En azından annemin nasıl olduğunu öğreneyim. "Baba, annem nasıl? " diye sordum.
"Uyuyor oğlum" diye cevap verdi. Babam gülerek konuştu tekrar. "Bekle annen adını duyunca hemen açtı gözlerini "
"Efe, nasıl geçti sınavın aslanım " sesi yorgundu. "İyi geçti anneciğim. Sen nasılsın? "
"İyiyim aslanım " zaten ne zaman kötüyüm demiştiki. "Bir şey istiyor musun gelirken getireyim. Zencefil çayın var mı?"
"Biraz portakal al oğlum " portakalı zaten hep çok sevmiştir. "Tamam annem " Kapatığım telefonu cebime koyarken arkamda çalan korna sesine döndüm. Enes Hoca gülerek bana el salladı. "Hadi atla senide merkeze bırakayım " dedi.
Hiç itiraz edemeyecektim. "Sağ olun hocam " diyerek arabasına atladım. Enes Hoca'nın keyifli sohbetiyle merkeze ulaşmıştık. Bir kere daha teşekkür ederek ikinci otobüse yetişmek için koşmaya başladım. Durağa doğru koşarken Arnavutköy Meydanı'ndaki Mustafa Kemal Atatürk'ün heykeline her zaman yaptığım gibi saygı ile asker selamı vererek koşmaya devam ettim.
Durak kahyasına, "Usta Şirindere arabası ne zaman gelir? " diye sordum. "Beş dakikaya gelir " dedi. Hemen ilerdeki markete koştum anneme portakal almak için. Kopardığım poşete portakaları özenle seçip koydum. Tarttırıp parasını ödedikten sonra hızlı bir şekilde marketen çıktım. Otobüs gelmiş hata tıklım tıklım doluydu. Zor da olsa tutunduğum kapının demiriyle rezil yoculuk başladı. Her gün olduğu gibi bugünde boğuluyordum. Nefes dahi alamdığım kalabalığın içinde ineceğim yere vardım. "Kaptan müsait yer, inecek var " diye seslendim. İte-kaka indiğim otobüsün ardından derin bir nefes aldım. Her gün bu rezaleti çekmekten cidden yoruldum. Kahretsin sonu da gelmiyordu. Hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Kapıya vardığımda nefes nefese kalmıştım acele yürümekten. Cebimden anahtarmı çıkarırken kapının aralık olduğunu fark ettim. Birileri açık bırakmıştır diye düşünerek fazla umursamadan apartmana girdim. Ayakkabılarımı elime alıp yukarı merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenlerde ayakkabı izleri vardı. Aile apartmanı olduğu için kimse ayakkabıyla yukarı çıkmazdı bizde. Tek ayakkabı izine yengem süpürge ile dışarı kadar kovalardı. Kiminse izler yengemden çekeceği vardı. Ulaştığım bizim dairenin kapısının aralık olduğunu fark ettiğimde içime dolan tarifsiz endişeyle içeri daldım.
Salon darmadağındı. Annem kanlar içinde yerde yatıyordu. Elimdeki poşet düşerken anneme doğru koştum. Kaldırıp sarıldım. Araladığı gözleriyle, "Aslanım " dedi her zaman ki gibi. "Anne! Anne ne oldu böyle? " diye bağırdım endişeyle. Kanı ellerime bulaşmıştı. "Amcaaa!!! " diye bağırdım aralık kapıya doğru. Annem nefes alamıyordu. Gözyaşları sicim gibi akarken tuttuğu elimi sıkarak, kesik kesik aldığı nefesler arasında, "Kardeşlerin..." dedi. "Kardeşlerin... sana emanet. Onları... gözünden bile... sakın " annemin zoraki çıkan sesine yansıyan çaresiz kelimeleri ruhumu, benliğimi, varlığımı delip geçerken bir çocuk gibi yalvardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANSIMA
AdventureNOTER TASTİKLİDİR!!! Çalınması veya kopyalanması durumunda yasal işlem başlatılacaktır. Tüm hakları bana ait olup saklıdır. Yusuf Meriçoğlu, Efe Karabeyi ve Yiğit Ataman kesişen yolları birlikte çizildi uzun bir karanlığa. Yusuf, öfke kontrolü o...