|3| Kandan Gözyaşı

150 17 9
                                    

Konuya Fransız- Ölü Bir İnsana Kimi Sevdiği Sorulmaz

Arkadaşlar herkes hak ettiğini alsa. Hak ettiğim yerlere gelmek istiyorum. Ne azını isiyorum ne çoğunu... Sizden ricam düzenli bir şekilde okuyorsanız ve hikayemi beğeniyorsanız oy vermeniz. En azından önerilen kısma çıkar ve keşfedilmesine neden olursunuz.
Tşködbb

Ulaşabilirsiniz;
Instagram: serspiderhikayeleri

Bir şeyler bırakın.

Ruhun acısına🍷

Eve gelmiş günün yorgunluğunu çıkarırcasına ılık bir duş almıştım. Kendime sütlü bir kahve yaparak kitabımı da alıp bahçedeki salıncağa oturdum.

Temiz havayı içime çektim. Temizledi mi bilmem içimi. Ama temizledi ruhumu. Sıkılmış, sıkıştırılmış ruhum can çekişiyordu bir yudum nefes için. Kırılıyordu, elimle toplamaya çalışıyordum. Elime batıyordu camları, can kırıklıkları... Nereden tutsam elimde kalıyordu. Boğazımdan bir hıçkırık kopuyordu ama devamı gelmiyordu. Canhıraş parçalar çığlık atarak özgürlüklerini ilan etseler de ruhum etmiyordu.Tırnaklarıyla tenine her acısı için çentik atıyordu. Çok mu canı yanıyordu? Yarasına tuz mu basılıyordu. Hayır, onun yarasına tuz bastırdıktan sonra yarabandı yapıştırılıyordu. Yalnız mıydı? Ruhu yalnızdı. Yoldaş olmuştu ona çığlık atan kanlı çentikleri.

~•~

Elimdeki bavulumla odamdan çıkarak kapıya ulaştım. Babam elime bir saklama kutusu verdi. " Alın kızım poğaça yaptım. Yolda yersiniz. " dedi sevgi ve özlemle.

"Ya ne gerek vardı babacım? Ellerine sağlık." dedim elimdeki kutunun izin verdiği kadarıyla ona sarılarak.

"Olsun kızım. Ne yaptım ki?" dedi mahçupça ve geçiştirmeye çalışarak. Babamın iki yanağından da öptüm. "Özleyeceğim seni." dedim hüzünlenerek.

"Ben de güzel kızım." dedi babam ağlamaklı ses tonuyla. Ardından dudaklarını alnıma bastırdı. "Canını sıkacak bir şey olursa ara beni, gelir alırım." dedi elleriyle yüzümü avuçlayarak. Böyle demesiyle daha sıkı sarılmaya çalıştım. Ne kadar sıkabilirsem o kadar sıktım. Kalbime sokmaya çalıştım onu. Başaramadım. Zihnimin en güzel yerine sakladım bu anıyı. Ayağına pranga taktım ki kaçmasın başka yerlere.

Dışarıdan korna sesi gelmesiyle birbirimizden ayrıldık. Bavulla birlikte kapıdan çıktım. Mert arabadan inmiş gülümseyerek bana bakıyordu. Ona gülümseyerek açtığı bagaja bavulunu koyarken o babamla sohbet ediyordu. "Dikkat et Gala'ya." dedi babam Mert'in omzunu sıkarken.

"O iş bende Ali Amca." dedi Mert kafasını sallayarak.

Mert'in ön koltuğa oturmasıyla yanına oturdum. Arabayı çalıştırarak ilerlemeye başladık. Otobana çıktığımızda bana dönerek "Hazır mısın yaz tatiline evlatlık?" dedi heyecanlı çıkan sesiyle.

"Hazırım bakalım. Umarım eğleniriz." dedim ümitli çıkan sesimle. Hâlâ heyecanlı olan yüz ifadesiyle başını salladı.

Arabayla hava alanına gelip uçağa bindikten sonra yolculuğumuz başladı. Havada ilerledik bulutlarla. Meydan okuduk hayata. Belli olmayan şeyleri kendimize hedef belirledik. Oysa bir umut kırıntısıydı mutlu olmak.

Uçaktan indikten sonra Mert'in arabasına bindik tekrardan. İhsan Amca burada rahat etmemiz için arabayı da göndermişti.
Arabaya bindikten sonra uzun süren yolculukta ruhum yorgun düşmüş dinlendirmek istemişti akli dengesini. Bu yüzden uyuyakakalmıştım. Rahat bedenim büyük bir elin yanaklarımı sıkmasıyla rahatsızca kımıldandı. Yanaklarımı sıkan ele bir iki defa vursamda rahat bırakmayacağını anladığım için hafifçe gözlerimi açtım.

Mert arabayı sürerken bir yandan da bıkkınlıkla elleriyle yüzümü çekiştiriyordu. Gözü yolda olsa da elleriyle benimle uğraşıyordu."Lan kalktım, kalktım. Daha ne zorluyorsun." dedim eline bir tane şaplak indirirken.

"Heh, uyandın mı? Ne uyudun kızım be. Gelmek üzereyiz. Kalkta ayıp olmasın." dedi küçük bir çocuğu tembihler gibi.

"Tamam ya." diye mızmızlanarak kıvrıldığım yerden doğruldum. Gökyüzü maviyle siyahın ahenkli dansı gibi kendi mürekkebine boyanmıştı.

Mert'in arabayı sürmeye devam etmesiyle başımı arabanın açık camından yüzüme vuran hafif melteme çevirdiğimde yüzüm huzurla gülümsedi. Hava yaz akşamları huzuru barındırıyordu.

"Yaz akşamları gibi..." diye mırıldandım bilinçsizce. Hayatın düzenli gittiği anlardı. Annem ve babamla balkonda oturur ve aile boyu dondurma yiyerek etrafı seyrederdik. Ben o kadar çok yerdim ki günün sonunda karnımın ağrısından uyuyamaz babam yanıma gelip karnımı ovarak bana masallar anlatırdı.

"Oyundan eve girmediğim akşamlar..." diye açıkladı Mert, kendi lügatındaki anlamını.

Küçüktük, ufacıktık. Çoğu şey oyun gelirdi. Severdik koşmayı, oynamayı. Ama bununda bir bedeli olmalıydı öyle değil mi? Düşerdik, kanardık. Ruh kabuk tutsada yürek kanamaya devam ederdi. Can yanardı huy afallardı. Bedenle ruhu teraziye koydu zebani. Ruhun acıları ağır bastı. Kandan gözyaşı döktü ruh. Öldürmedi ama süründürdü. Her gece kabustan feryatlarla uyandı. Yüzyıllar boyu tekrarlandı döngü...

Arabanın durmasıyla gözümü daldığım yerden zorlukla çektim. Beyaz yazlık bir villanın önünde durmuştuk. Ev, villa olmasına rağmen şatafatlı değildi. Araba evin bahçesine girmisti, fark etmemiştim.

Arabadan indik. Mert bavulları çıkarırken ona yardım ettim. Etraf yeşilliklerle doluydu. Şirin bir bahçesi vardı. Beyaz olan eve penceredeki sardunyalarıyla gökkuşağı inmişti.

"Oy bal böceğim gelmiş benim." diye çığlık atarak bana doğru koşan Sevda Teyze'ye baktım. Hiç değişmemişti. Yalnızca yılların yorgunluğunun tatlı dokunuşları vardı yüzünde. Yanına gelerek beni sıkıca sardı. O kadar sıkıyordu ki kemiklerim kırılacaktı.

"Kraliçe arım artık beni bırakır mısın?" dedim sevgiyle bende karşılık verirken. Onu çok özlemiştim. Annemden görmediğim ilgiyi ondan gördüğümü düşünürdüm hep. Beni sarmalaması bile farklıydı.

"Hadi içeri gelin çocuklar. Dağra ve Destan, Selim Amcanızla birlikte dükkana gitti. Akşama gelirler. Liya'da dershaneye gitti." dedi bizim geçmemiz için teşvik ederken.

Evleri iki katlıydı. Bu mahalledeki evler hep böyleydi. Birbirine benzerdi. İçeriye girerken karşıdaki eve özlemle baktım. Çocukluğumun geçtiği eve.

Sevda Teyzem'in bizi üst kata çıkarmasıyla koridorda merdivenlerden ördek gibi zorlanarak çıkan Mert'e bakarak belli etmeden gülmeye başladım. Valizler ona kalmıştı.

Bu katta iki misafir odası ve Dağra ile Destan'ın odaları vardı. Sevda Teyze'nin ağzından ilk onların adı geçtiğinde garipsemiştim ama sonradan aklıma gelmişti. Çocukluk arkadaşlarımdı. Ama biz buradan taşındıktan bir süre sonra onları da unutmuştum. Şimdi çok büyümüş olmalılardı. İki misafir odasının birini Mert'e diğerini bana vermişti.

Mert'in odama bavulumu bırakmasıyla kendimi yatağa attım. Bugün hiç elime aldığım telefonumu açtığımda bilinmeyen numaradan gelen bildirimleri açtım.

Bilinmeyen Numara: Yine de bir yerlerde arıyoruz.

Bilinmeyen Numara: Ruhumuzu, ufkumuzu, sevgimizi...

Bilinmeyen numara: Yine de bir yerlerde buluyoruz.

Bilinmeyen Numara: Geçmişe dair unutulmayan ne varsa.

Bilinmeyen Numara: Ben sende yandım sende söndüm.

ŞY'den iyileşmeyen yaralara...

Süt Yanığı |TextingimsiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin