[pörpıl, keyifli okumalar diler.]
"Ne dediğine dair bir fikrin yok senin! Düpedüz kafayı yemişsin Jim!"
Gözlerimi devirmemin eşiğinde okul kapısından içeri giren okulun gözde çiftine bakarken Taehyung ayağını yere vura vura kolumu sıkıyor ve söyleniyordu. Ellerimi hızla çekip omzumdan düşen ince gömleğimi düzeltip dudaklarımı ısırdım.
İşte geliyordu.
Uzun yapılı bacakları, seri ve kendinden emin adımlarıyla, sizi hipnotize eden kusursuz yüzüyle çehrelenmiş bir yunan tanrısı.
Zeus, iyiki o bokları yemişti. Belliki doymamıştı ve şükürler olsun bu yüzyıla tam da içinde olduğum bu koleje yeni bir hayatla doğup gelmişti.
Benim olmak için.
"Sen gerçekten delirmişsin! Jimin adamın sevgilisi var. Onlar evlenecek diyorum sana alo?! Çık hayal dünyandan!"
"Kulağımın dibinde bağırıp durma." diye çıkıştım en yakın arkadaşıma. Şaşkınlıkla dudakları aranlanmış alık bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Pes ettiğini ifade etmişçesine ellerini kaldırmış dudaklarını mühürleyerek kollarını bağlamıştı kendini çardağın bankına bırakırken.
Taehyung iyi bir arkadaştı. Ayakları yere basardı ve açık ara farkla okulun en akıllılarından biriydi. Zehir gibi çalışırdı kafası. Benim aksime daha oturaklı daha efendiydi. Daha erkeksi ve daha yapılı.
Düşünceli bir arkadaşımın olmasına seviniyordum ama bazen heves kırıcı çıkışlarda bulunabiliyor benim için işleri hiç kolaylaştırmıyordu. Eh arada kafam atıyordu. Biraz kavga ediyorduk ama tüm kavgalarımız üç saatten uzun sürmüyordu çünkü biliyorduk ki, günün sonunda herkes köşesine çekilsede yanında bir arkadaş bulmak her şeyden daha kıymetliydi.
Lise öğrencilerinin klişe hayatları olurdu. Her birimiz bir diğerinin paralel evrenini yaşıyorduk. Hepsi bir diğerinin kopyası gibiydi. Dersler sıkıcıydı. Üniversite fikri kulağa korkunç geliyordu. Delicesine ergendik ve aklımız çoğu zaman taşaklarımızda olurdu. Yeteneklerimizi hala bir çoğumuz bilmiyorduk. İşin en beter yönü ise hepimiz zengin züppe çocuklardık. Kusursuz ailelerimizin kusurlu tembel veletleri.
Bizim zaten ne olacağımız doğumumuzdan belliydi. Hangi aile şirketiyle birleşeceğimiz, kiminle nişanlanacağımız, hatta bazılarımızın ne okuyacağı bile belliydi.
Benimki de öyleydi.
On sekizime girdiğimde Min şirketinin varisiyle nişanlanacaktım. Min Yoongi ile. Londra'da bir sanat okuluna katılacak moda sektörü için çalışacaktım. Min ailesi Tekstil üzerine köklü bir firmaya sahipti ve ailemde onlara minnet borcu olan bir organizasyon şirketine sahipti.
Dediğim gibi, benim hayatımın geri kalanı zaten hazırdı. Değerini bilebileceğim elimdeki tek şey lise yıllarımdı. Bunu farketmemse uzun zaman almıştı. Yeni bir başlangıç için aklımdan geçen sürekli aynı nakarattan ibaretti.
Altı ay sonra 18 oluyordum. Altı ay sonra mezun oluyordum. Altı ay sonra artık onu göremeyecektim. Altı ay sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Altı ay sonra istediğim hiçbir şeyi yapamayacaktım.
İpler böyle koptu.
"Kafayı yedim," dedim Taehyung bahçedeki çardakta kolları bağlı karşımda oturduğu yerde söylenmeden duruyordu "...onu istiyorum. Delirdim ben."
Eliyle sahte bir alkış tuttu.
"Park Jimin, beyninin yerine pamuk şeker olan aklının içinde şimdi düşündüğün ne?"
Sorusuna verebilecek tek bir cevabım vardı. Dahasını söylemek için cesareti o an ona bakarken kendimde bulamamıştım. Bulamamıştım çünkü kahrolası kara gözlerinin beyaz tenimde tam da giriş kapısından içeri el ele girdiği sevgilisinin üzerinde değil, bende olduğunu biliyordum. Sadece ilahi adını cevap olarak fısıldayabildim.
"Kim Seokjin."
📌p'notu;
🧘🏻♀️ bakın sakinleşin önce
ben, ım , açıklayabilirim? Yani neden olmasın ki?
Her şey biraz çok, renkli olacak(?)
Heyecanlı ve hevesli de olacak.
Hadi yapalım ♥︎