Başındaki ağrılar yüzünden gözlerini araladı Jungwoo. En son Johnny'nin kolları arasında bayıldığını hatırlıyordu. Gerisi yoktu.
Şimdi neredeydi? Ölmemiş miydi hâlâ? Eğer ölmediyse yazık, çünkü artık kendisini acılı bir ölümün beklediğini fark edecek kadar ayıktı...
Yattığı yerde yavaşça doğrulduğunda sırtına da kramplar girmeye başlamıştı. Bir süre etrafına bakındı sırtındaki acının sebebini anlamak için, sonra ofladı. Günlerden pazardı be gerçekten kimse yoktu koskoca üniversitede. Jungwoo da Johnny'nin kolları arasına cuma günü bayılmıştı...
Yani iki gündür baygındı, hem de kullanılmayan bir bilişim sınıfının tozlu zemininde! Ayrıca okul gömleği yoktu, üstü çıplaktı.
Sırtına giren yeni bir krampla düşüncelerini, mızmızlanmalarını kenara bıraktı. Çünkü gerçekler yeni yeni suratına vurmaya başlamıştı. Johnny, kendisini anonimine getirmişti ve Jungwoo hâlâ zarar görmemişti.
Demek ki şimdi işi bitecekti.
"Anlamıyorum, Johnny anonim değilse kim... Kim kaldı geriye?"
Sırtını kaşımaya çalışarak büyük odanın içinde yürürken arkasından gelen bir devrilme sesi ile irkildi.
Oradaydı, anonimi. Arkasında.
Jungwoo arkasını dönemeden kulaklarına dolan tanıdık, yumuşak, sıcak ses ile donakaldı.
"Geriye yalnızca ben kaldım, Jungwoo-yah."
Nasıl? O bunu nasıl yapabilirdi Jungwoo'ya?! Masum görünmüştü, Jungwoo ona güvenmişti, sevmişti, ama anonimi akla sığmayacak korkunçluklar yapmıştı.
Jungwoo içinin ürperdiğini hissetti, yine de yavaşça döndü arkasını. Bir çift kara göz ve masum yüz hatları ile karşı karşıya kaldığında yutkunamamıştı bile.
"Se-sen neden..? Neden böyle bir şeyi yaptın?"
"Yeterince açık olduğumu sanıyordum." Elindeki sivri ve gerçekten büyük bıçak odanın loş ışığında parlarken korkunç sırıtması da büyüdü anonimin. Yani gerçek adıyla Moon Taeil'in.
"Bir sandalyeye geç küçük şey, her şeyi anlatacağım baştan aşağı."
Jungwoo, Taeil'in elindeki bıçağa transa geçmiş gibi bakarken onun dediğini ikiletmemiş, sandalyelerden birine yerleşmişti. Taeil, kendisine anında itaat eden küçüğü süzdü sırıtarak.
"Eğer hayalete bulaşmasaydın bu odadan sağlam çıkardın. Sana hayaleti tanıdığımı söylerken ciddiydim, ben ona aşığım..."
"İ-iyi de, hayalet kimdi?" diye fısıldadı küçük olan. Taeil ise yalnızca ona yaklaşmış, boş olan elini omzuna yerleştirmişti. Bıçağıysa boynuna dayamıştı Jungwoo'nun.
"Bana bak, Jungwoo-yah, gözlerime. Sana eski şamanların kullandığı bir hipnotize etme yöntemini öğreteceğim."
Jungwoo karşısındaki simsiyah gözlere odaklandı.
"Hangi ırktan oldukları bilinmeyen bazı şamanlar, Tanrılarına sunacak olan insan adakları öldürmek için onları hipnotize etme yöntemini kullanmışlar. Yöntemin adı da şu: yüz unutturma."
"B-bu çok tanıdık... Hayalet de yüzünü unutturuyordu..."
"Kesinlikle öyle. Tabii hayalet, okul öğrencilerinden biri olduğu için iki kişiliğe bürünüyordu. Birinci kişiliği muhbir hâliydi, hayalet bu okulun muhbiri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli frezya // nct127 ✔️
Fanfiction[bxb] Jaehyun, Taeyong ile yaptığı anlaşma sonucu kendisiyle beraber yedi kişiyi daha tehlikeye sokmuştu. Çünkü Jungwoo, her gün ölümle tehdit ediliyordu ve Taeyong bunu fark edip önündeki 'engellerden' kurtulmak için planlar hazırlamıştı. Oysa 'ha...