前端

458 81 285
                                    

Taeil düşünceli bir şekilde boşluğa bakıyordu. Jaehyun neden kendisini depoya ittirip kilitlemişti, bilmiyordu. Ama Doyoung gelip kurtarmasaydı Taeil havasızlıktan ölebilirdi. Jaehyun önce telefonunu çalmış, sonra ölüme terk etmişti onu. Ama neden?

İç çekip elini cebine attı telefonunu bulabilmek için, olmadığını hatırladığında dolan gözlerini sildi. O sırada yanına tereddütle birisi yaklaşmıştı, kapüşonlu biri.

"Hey... Taeil hyung, değil mi?"

Taeil kendi adını duyduğunda toparlanmış ve gülümsemişti hemen.

"Evet, benim. Ve sen..."

"Yuta, ikinci sınıflardan."

Yuta kapüşonunu biraz açtığında Taeil gördüğü tanıdık yüzle rahatlamıştı.

"Hoş geldin Yuta, bir şey mi oldu?"

"Aslında şey vermeye geldim..." Yuta tereddütle duraksadı, ardından elini cebine atıp bir telefon çıkardı. "Bu senin olabilir mi acaba?"

Taeil, kendisine uzatılan telefonu alıp açtığında parmak izinin uyuştuğunu görüp kocaman gülümsemişti.

"Bu benim telefonum! Çok teşekkür ederim."

"Rica ederim." diye mırıldandı Yuta, ardından Taeil'e kısa bir bakış attı. "Telefonunu ben buldum hyung. Nasıl bulduğumu anlatmamı ister misin?"

"Elbette, lütfen."

"Galiba bir hafta önce Jaehyun'u evine bırakmak zorunda kaldım, yorgundu da biraz. O sırada cebindeki telefona bildirim geldi. Jaehyun çok yakın arkadaşım ve benden gizlisi olmaz, bu yüzden onun telefonu sanıp baktım ama değildi. Üniversitenin internet sayfasında da telefonunun kayıp olduğunu duyurmuşsun, ben de senin olabileceğini düşündüm."

Yuta durup titrek bir nefes verdi, alt dudağını ısırdı hafifçe.

"Jaehyun neden telefonunu aldı bilmiyorum, mantıklı bir açıklaması olmadığına da eminim. Bunun nasıl mantıklı bir açıklaması olabilir ki zaten?"

Taeil hayranlıkla bakakalmıştı Yuta'ya. Yuta dış görünüşüne tamamen tezat biriydi, gerçekten çok dürüsttü ve bu Taeil'in çok hoşuna gitmişti.  Bu yüzden yüzüne sıcak, tatlı bir gülümseme yerleştirdi ve Yuta'nın alnına dökülen uzun siyah tellerini ittirdi nazikçe.

"Biliyor musun, sorun değil. Gelip bunları anlattığın için ne kadar teşekkür etsem az, Yuta. Jaehyun bunu neden yaptı bilmiyorum ama bir daha yapacağını da zannetmiyorum, yani umursamayacağım."

Yalan. Taeil bırakmayacaktı Jaehyun'un peşini. Jaehyun'dan nasıl intikamını alacağını öyle iyi biliyordu ki...

Yuta istemsizce tebessüm edip başını salladı. Jaehyun'un başının belaya girmesini istemiyordu. Onu canı pahasına korurdu, her ne olursa olsun. Taeil'in Jaehyun'u böyle kolay affetmesi de işine gelirdi.

"Teşekkürler hyung, anlayışın için."

Kendisinden yaşça büyük bedenin önünde hafifçe eğilip uzaklaştı Yuta. Taeil de kendi sınıfına ilerledi telefonunu tamamen kapatarak. Derse geç kaldığını biliyordu. Titrek bir nefes verip profesörlerden azar yememek için hızla koşup gitti sınıfına.

~~

Jungwoo sıkılmıştı. Anonimi neden kendisine mesaj atmıyordu? Jungwoo bunun cevabını biliyordu. Çünkü anonimi, kendisiyle taşak geçen aptal bir öğrenciden başkası değildi ve bu bayat şakasından bıkmış olmalıydı. Jungwoo'nun aklına başka ihtimal gelmiyordu yani.

İç çekip derse odaklanmaya katar verdi ama sınıf kapının bir anda açılması engel oldu buna. Kafasını kaldırıp baktığında yüzünde tatlı bir tebessüm olan tanıdık bir bedeni görmüştü.

"Kusura bakmayın profesör, geç kaldım derse."

Johnny'nin gür ve hoş sesi tüm öğrencilerin dikkatini çekmiş, ders birkaç dakikalığına kaynamıştı. Profesör kaşlarını çatarak baktı hep geç kalan öğrencisine.

"İnadına benim dersime geç mi kalıyorsun sen Johnny? Geç çabuk yerine, bir daha geç gelme. Sabah derslerine önem ver, sen ikinci sınıfsın daha."

"Tamam tamam profesör."

Johnny sınıfa kısa bir göz attı. Tüm kızların gözü üstündeydi ve bu yakışıklı çocuğun sıra arkadaşı olmak için yan sıralarını boşaltmaya başlamışlardı bile. Hatta erkekler bile aynısını yapmıştı. Yalnızca Jungwoo boş boş bakıp anonimini düşünmeye devam ediyordu.

Johnny yavaşça Jungwoo'nun yanına oturduğunda küçük olan dalgın dalgın düşünmeyi bırakıp gülümsedi yanındaki uzun bedene.

"Merhaba, hoca seni iyi azarladı." diye şakayla karışık mırıldandı. "Neden sabah derslerine gecikiyorsun?"

Johnny gülümsedi yanındaki küçüğün sevimli gülümsemesine, omuzlarını silkti.

"Sabahları Korece dersleri oluyor ve o dersleri aksatma veya saatlerini değiştirme şansım yok."

"Anladım... Zaten aksanın bayağı bozuk."

"Sağ ol ya."

İkili sessizce gülüştüler, ardından Johnny girdi tekrar söze. Özellikle sessiz kalmaya çalışıyorlardı ki hoca duymasın.

"Jungwoo-yah, sen nerelisin?"

Jungwoo, kendisine yöneltilen soruyla kaşlarını çattı. Neden bir anda o eki kullanma gereği duymuştu ki Johnny? Bunu soracakken sınıfın ışıkları bir anda söndü. Profesördü ışıkları söndüren.

"Size kısa bir şey izleteceğim, herkes buraya odaklansın çocuklar. Konumuza pekiştirme olabilecek bir köpek ameliyatı, organlarını rahatça görebileceksiniz. Hassasiyeti olan varsa şimdiden söylesin."
(YN: Hangi dersin konusu acaba bu)

Sınıfta kimseden ses çıkmayınca profesör açtı videoyu. Herkes sessizce izliyordu, Jungwoo hariç. Donup kalmıştı görüntüler karşısında. Kendi mutfağına parçalanıp atılan o köpek geldi aklına, gözleri doldu. Başı dönmeye ve midesi bulanmaya başladı. Johnny'den biraz çekilmesini isteyecekti, böylece sınıftan çıkabilirdi.

Dolu gözlerini yanındaki uzun bedene çevirdiğinde dondu kaldı Jungwoo.

Johnny, yüzünde tehlikeli bir sırıtmayla- hatta büyülenmişçesine izliyordu oynayan videoyu. Alt dudağını diliyle ıslatıp keyifle mırıldandı.

"Nasıl, video iyi değil mi? Baksana, nasıl güzel çıktı hayvanın karaciğeri." Yanındaki küçük bedene çevirdi bakışlarını ardından.

Jungwoo dehşet içinde bakakalmıştı Johnny'ye. Masanın üstünde duran telefonunu gördüğünde aklına gelen şeyle titrek bir nefes verdi ve kendi telefonunu cebinden çıkardı yavaşça.

Anonimi ile olan konuşmasına girip kimseye belli etmeden bir mesaj attı, bir gözü de Johnny'nin telefonu üstündeydi. Jungwoo'nun mesajı iletildiği anda Johnny'nin telefonunun ekranı aydınlanmış ve bir ding sesi yayılmıştı sınıfa.

Jungwoo yutkunamadı yaşlarla dolu olan gözleri, Johnny'ninkileri bulunca. Johnny yüzünde tehlikeli bir sırıtma ile bakıyordu.

Jungwoo korkudan titremeye başlarken Johnny onun bu hâline sırıtmasını büyüterek karşılık vermişti yalnızca. Duvara sinen ve korkudan nefes alamayan küçük bedene sokuldu ve alınlarını birleştirdikten sonra alt dudağını ısırdı yavaşça.

"Çok aceleci değil misin..." diye fısıldadı derin sesiyle.

Jungwoo'nun o saniyeden sonra duyduğu tek şey kendi adı ve suratına çarpan acı gerçeklerin sesi oldu.

"...Jungwoo-yah?"

yedi renkli frezya // nct127 ✔️ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin