2: Luctus

611 95 67
                                    

Yeonjun, ipek beyaz gömleği içinde, çevresini sarmış askerlerin arasında otururken gergindi. Bir şekilde Yewon'u bulup ona eve gitmesini ve kendisinin de yakında eve geleceğini annesine söylemesini, istemiş olsa da başı hala büyük beladaydı. İpek gömlek şimdi ateştendi sanki. Tenine değen serin kumaşın her santimi onu suçlu ve gergin hissettiriyordu.

Prens mi? O adam prens miydi yani? Choi krallığının veliahtlarından biri o muydu? Yeonjun bu farkındalık sayesinde şok içindeydi. Neden gömleğini istediği şimdi daha açıktı: halkın arasında karışıp, kaybolmak. Fakat bu durumun Yeonjun'un başını ne tür bir belaya sokacağını hiç mi düşünmemişti bu adam? Nasıl böyle düşüncesiz olabilirdi? Prensler ve prenseslerle ilgili söylenen tüm şehir efsaneleri yalan mıydı yani? Onların ne kadar kibar ve asil oldukları hakkında söylenenler...

Adının Taehyun olduğunu öğrendiği asker ona, ''Bana ne anlattıysan diğer askerlere de onu söyle. Söylediğin her şey tam da Prens Choi'nin yapacağı işe benziyor.'' demişti. ''Şimdi seni kısaca sorgulayacağız. Korkmana gerek yok. Masumiyetin ortada. Bize Prens Choi'yi bulmamızda yardımcı olacak her bilgiye ihtiyacımız var sadece.''

Yeonjun başını tamam anlamında aşağı yukarı sallamış, asker kalabalığının ortasında bulmuştu kendisini. Jilet gibi giyimleri ve bellerindeki kılıçlarla yeterince tehditkar oldukları yetmiyormuş gibi bir de kaşları çatılmış sert ifadeleriyle bakıyorlardı Yeonjun'a. ''Açıkla.'' demişti bir tanesi. Diğer askerlerin lacivert üniformalarına karşılık onun yeşil, zümrüt yeşili bir üniforması vardı. Açıkça askerlerin başındaki komutandı.

''B-ben..'' diye konuşmaya başladı çocuk ama kekelediği için duraksadı. Konuşmaya devam ederse çenesi titreyecek, ağlayacak gibi olacaktı. Bunu yapması rezillikten başka bir şey olmazdı. Bu yüzden Yeonjun kendini toparlamak için içinden beşe kadar saydı.

''Çarşı meydanına ilerliyordum. Niyetim daha önce at sattığım askere rastlayıp yeni bir müşteri olup olmadığını sormaktı fakat işler hiç beklemediğim gibi ilerledi. Bir el kolumu kavrayıp beni karanlığa sürükledi. Benden gömleğimi istedi, karşılığında da bana bu gömleği verdi. Her şey karanlıkta oldu. Yüzünü bile görmedim. Beni yeniden dışarı bıraktığı anda gözden kayboldu... Sonrasını biliyorsunuz.'' dedi bir çırpıda. Panikle konuşmaktan nefes nefese kalmıştı.

Taehyun isimli asker komutanın yanında duruyordu, ''Bana anlattığıyla birebir aynısı efendim.'' dedi. ''Prens Choi'nin işi gibi görünüyor.''

Komutan çenesini kaşıyıp Taehyun'a baktı, ''Haklısın.'' dedi. ''Bizden kaçmak için gizlenmesi gerek. Çok tahmin edilebilir bir hamle.''

''Ne yapacağız?'' diye sordu Taehyun. Yeşil üniformalı asker, ''Aramaya devam edeceğiz.'' diyerek nefes verdi. ''Bir kısmımız da saraya giderek Majestlerine rapor vermeli.''

''Artık gidebilir miyim?'' diye sordu Yeonjun. Araya girdiğinden olsa gerek iki asker de sinirle ona çevirdi bakışlarını.

''Taehyun sana eşlik ederek seni eve bır-' 'derken arkadan bir askerin sesi yükseldi. ''Sanırım Majestelerine rapor vermek için saraya gitmemize gerek kalmayacak.'' dedi. ''At arabası göründü. Majesteleri geliyor.''

Yeonjun korkuyla titrediğini hissetti. Nasıl korkmayacaktı ki? Önündeki bu tehditkar askerler dahi irkilmiş, affallamış yüz ifadelerini takınmıştı.

Kral'ın sarayından kalıp halkın içine karışmasını gerektirecek kadar önemli bir olayın içine mi batmıştı yani Yeonjun? Korkuyordu. Hayır, dehşete kapılmıştı. Kemiklerine kadar vücudunun soğuduğunu hissediyordu. Gözleri seyiriyor, başını yerden kaldıramıyordu.

At arabasının tekerlerinin altında ezilen taşların sesleri yaklaşıp, sonunda araba tam karşılarında duruncaya değin Yeonjun gömleğin kolları içinde kaybolan avuçlarını yumruk yaptı. Hala ağlamaya başlamamış olmasıyla gurur duyuyordu o an.

Die For You ; yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin