Baskervilleler'in Köpeği | 14

132 14 0
                                    

BASKERVILLELER'İN KÖPEĞİ


Sherlock Holmes'ün kusurlarından biri, elbette bu da bir kusur sayılırsa, plânlarını, zamanı gelinceye kadar, kimseye açmamaktı. Bu, biraz çevresindekilere hükmetmesini ve şaşırtmasını seven, filozof gibi görünmek huyundan biraz da, hiçbir açık kapı bırakmamak için, mesleğinin gerekli kılıdğı tedbirli olmaktan ileri geliyordu. Ama, bu onun adına çalışan ajan ve yardımcıları için, bazı zorluklar yaratıyordu. Bu yüzden, çok çekmiştim ama, karanlıktaki o uzun yolculuğumuzda başımıza gelenleri hiç unutmadım. Bakalım daha neler göreceğiz; nihayet son hamleyi yapacaktık, fakat, Holmes yine de izleyeceği yol hakkında bir şey söylemiyordu, ancak tahmin yürütebiliyordum. Soğuk rüzgâr yüzümüze çarpınca ve yolun iki yanındaki karanlık boşlukları görünce sonunda yeniden bozkıra döndüğümüzü anlayıp içim titredi. Atların her ileri atılışı, tekerleklerin her dönüşü, bizi büyük maceramıza doğru yaklaştırıyordu.

Arabayı kiralamıştık; arabacının yüzünden rahat konuşamıyorduk, heyecanlıydık ve sinirlerimiz gergindi ama, buna rağmen havadan sudan söz ediyorduk. Bu gereksiz gerilimden, Frankland'in evini geçtikten sonra kurtuldum, Hall'e, oynanacak olan oyunun sahnesine yaklaşmıştık. Kapıya kadar gitmedik ve caddeye açılan bahçe kapısının yanında indik. Arabacıya parasını verip, Coombe Tracey'ye dönmesini söyledik ve Merripit köşküne doğru yürümeye başladık.

"Silâhın var mı Lestrade?"

Küçük dedektif gülümsedi.

"Pantolonum ayağımda oldukça bir arka cebim var demektir. Arka cebim oldukça da, sürekli, içinde bir şey bulundururum."

"Güzel! Dostum ve ben de, herhangi bir tehlikeye karşı hazırız."

"Ağı epey daraltmış gibisiniz Bay Holmes. Önce hangi oyunu oynayacağız?"

"Bekleyiş oyununu."

Tepenin karanlık bayırlarına, yamaçlarına ve Grimpen bataklığı üstünde yatan büyük sis gölüne bakıp: "Doğrusu pek neşeli bir yere benzemiyor burası," dedi dedektif ürpererek. "İleride bir evin ışıklarını görüyorum."

"Orası Merripit köşkü, yolculuğumuzun da bittiği yer. Ne olur, parmaklarınızın ucunda yürüyün ve alçak sesle konuşun."

Eve doğru giderken, yol boyunca tedbirle ilerliyorduk ama, yüz metre kadar yaklaşınca Holmes bizi durdurdu.

"Bu kadar yeter," dedi. Saklanıp, bekleyelim. "Şu karşıdaki kayalar harika bir korunak oluşturuyor."

"Burada mı bekleyeceğiz?"

"Evet, küçük tuzağımızı burada kuracağız. Şu deliğe gir, Lestrade. Sen evin içini biliyorsun, değil mi Watson? Odaların yerini gösterebilir misin? Şu uçtaki kafesli pencereler nedir?

"Mutfak pencereleri olmalı."

"Peki, onun ötesindeki, şu parıl parıl parlayan?"

"Yemek odası galiba."

"Panjurlar kalkık. Çevreyi en iyi sen biliyorsun. Ses çıkarmadan, yavaşça git, ne yaptıklarına bak. Ama, Tanrı aşkına gözetlendiklerinin farkına varmasınlar!"

Patikadan, ayak ucuna basa basa gidip, meyva ağaçlarını çeviren alçak duvarın arkasına gittim. Eğilerek yoluma devam ettim, perdesi açık olan pencereden içerisini, net olarak görünceye dek ilerledim.

Odada yalnızca iki kişi vardı, Sir Henry ile Stapleton. Yuvarlak masada karşılıklı oturmuşlardı, ben onları yandan görüyordum. İkisi de puro içiyordu, masada kahveyle şarap duruyordu. Stapleton konuşuyordu ama, Sir Henry'nin benzi soluktu, dalgın oturuyordu. Tek başına, bu uğursuz bozkırda eve nasıl döneceğini düşünüyordu, herhalde.

Sherlock Holmes - 2. CiltHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin