Saat tam üçte Valley parkının kenarındaki iskeleye gitmek için yola çıkmıştım. Eve geldiğimde otları birbirinden ayırmış, ayrı ayrı kavanozlamış ve biraz da ormanda dolaşıp toprağımıza bakmıştım. Neyse ki insanlar bu ormana değer veriyor olacak ki pek değişiklik yapmamışlardı. Bu iyi haberdi, fazla iyi haber. Beni buraya gönderdiklerinde daha pis bir ortam ve yok olmuş ormanlar beklerken burası gayet güzeldi. Bin sekiz yüzlerdeki ter ve ucuz parfüm kokusundan çok daha iyi olduğu açıktı... Yine de orada insanlar daha görgülüydü. Sokaklarda birbirlerini mıncırmıyor, kahkahalarla gülmüyor, daha uzun ve vücut hatlarını örten kıyafetler giyiyordu. Anladığım kadarıyla bu ülkedeki en normal giyinen insanlar bu kasabadaydı. Dahasını aklım almıyordu...
"Ena, buradayız" Ena? Ben miydim şu Ena? Lorena fazla uzun bir isim değildi. Bana neden böyle sesleniyorlardı? Sesin geldiği yere döndüğümde Abby bana el sallıyor ve koşarak yanıma geliyordu. Elinde kahverengi deriyle kaplanmış eski püskü bir defter vardı. Atalarının, mediocris avcılarının defteri, bizi kötü görenlerin defteri.
Yanıma geldikten sonra elindeki defteri bana uzattı, ama atladığım bir şey vardı; üstünde bir oyuk vardı ve bu oyuğun üstüne uyan bir şey olmadan açılmazdı.
"Zar zor aldım annemin odasından. Babam izin vermeyecekti neredeyse ama işim olduğunu söylediğimde tamam dedi." elinden defteri aldığımda tenimde tuhaf bir karıncalanma hissettim, minik kıvılcımlar tatlı tatlı elimin üzerinde dolaşıyormuş gibiydi. muhtemelen eski yıllarda üstüne Thismia bitkisi sürülmüştü bizden uzak tutmak için ama bu bir işe yaramazdı. Sadece ufak bir karıncalanma hissederdik. Abby elini cebine attığında gözler üzerine çevrildi.
"ha bir de şöyle bir kolye vardı, bir tılsım muhtemelen. ben de onu getirdim, galiba kilidi bu." üstünde bir Typhon simgesi vardı. hasır olan ipi tedirginlikle elime alıp bronz, simgesi üzerine bir madalyon şeklindeki kilide yerleştirdiği an elim karıncalanmaktan çok yanmaya geçmişti ve o zaman anladım, defterde bir şeyler vardı ve o tılsım defteri açtığı anda elimi yakıp yere düşürmeme neden olmuştu. Bu defter ya bir mediocris tarafından yapılmıştı, ya da doğanın enerjilerine inanan biri tarafından.
Blaise sabahki telaşımın nedenini tahmin ettiği gibi bunu da tahmin etmiş olacak ki yerdeki defteri hızla alıp karıştırmaya başladığında Abby'e döndüm.
"Ataların doğanın enerjisine ve gücüne inanır mıydı?" Artan şaşkınlığı birkaç saniye duraksamasını sağlasa da başını yukarı aşağı sallayarak beni onayladı.
"Atalarım inanırmış ama annem bunları her zaman saçmalık olarak gördü." Saçmalık mı? Asıl saçmalık olan onların düşünceleriydi! Fakat bunları düşünüp tartışmaktan daha önemli işlerim vardı, elime bile alamazken nasıl inceleyecektim ben bunu?
"Bu harfleri ezberlemen ne kadar süreni aldı? Hepsi birbirine benziyor ama tek farkları nokta ya da çizgi. Çok saçma" Dedi Cason ve ben sinirlenmek yerine gözlerimi devirdim. İzlenimlerim sonucu Cason hiçbir şeyi tartışmaya açık bulmadığının kanısına varmış ve kurcalamamaya karar vermiştim, bu adam beni sinirlendiriyordu. Hem de fazlasıyla.
"Asıl sorunumuz bunlar nasıl ezberlediğim değil, bunu nasıl okuyacağım." Haklıydım, şu an konumuzun bunları nasıl okuyacağımdı. Blake bir deftere, bir de bana bakarken,
"Neden dokunamıyorsun buna?" dedi, bana karşı mesafeliydi ve hepsinin öyle olmasını çok isterdim ama tek mantıklı davranan oydu.
"Yıllar önce nesli tükenen, en azından nesli tükendi sanılan bir bitki vardı ve yer yüzünde bize tehdit oluşturan tek şey oydu. Muhtemelen bu tısımla bir tepkimeye giriyor ve benim türümün dokunmasını engelliyor." Blaise elindeki eski defterin sayfalarını yavaş yavaş çevirirken hışırtı sesleri sessizliği bölen tek şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAĞIN ARDINDA (Tamamlandı)
FantasyTek gecede hayatları değişen dört insan, bir elf benzeri yaratık. Kim derdi kampa gittiklerinde yerin altından çıplak bir kız çıkacağını? ******************* "Eğer bağırıp çığlık çığlığa kaçmayacaksanız bir şey soracağım" Zombiler gerçek mi olmuştu...