Sonraki bir hafta boyunca her şey normal geçmişti. Abby tamamıyla iyileşmişti ve birden bire kendine ne olduğunu merak etmeye başlamıştı. Buna rağmen ben hiçbir şey söylememekte kararlıydım. Gerçekleri bilemezdi, en azından bunda karalıydım.
Drew bir haftadır okula gelmiyordu ve bu, beraberinde okulda dedikoduların oluşmasına neden olmuştu. Kimisi burada eğitimin zor geldiğini ve bıraktığını, kimisi taşrada yaşayan ailesine yardıma gittiğini ve okulu bırakmak zorunda olduğunu, kimisi ise onun aslında dolandırıcı bir adam olduğunu ve burada ona ilgi duyan pek kişi olmadığından ailesinin yanına döndüğünü söylüyordu. Eh, lise dedikodularıydı bunlar. İnsanların başkalarının dertleri ve ya yaşadıkları hayatları dışında yapacak hiçbir şeyleri yok gibiydi.
Cuma ve cumartesi günü Blaise'nin babasının kliniğinde çalışmış ve onunla beraber kasabadaki hastalara bakıp hızlıca çözümler üretmiştim. Pazar günüyse kimsenin gelmeyeceğini ve onun yanına gitmeme gerek olmadığını söylemişti. Ben yine de sabah gitmiştim, onun ısrarıyla da dönmüştüm.
Evimin kapısının çalmasıyla beraber elimdeki, içinde çay olan kupayı bırakmadan ayağı kalktım ve mutfaktan geçip kapıya ilerledim. Kim gelebilirdi ki? Saat öğlendi ve yarın okul vardı. Tereddüt etmeden ahşap kapıyı açtığımda karşıma beş senedir görmediğim, siyah saçları omuzuna değen, lacivertimsi göz rengi olan, benden daha uzun boylu yirmili yaşlarda genç birisi gibi görünse de üç yüz yirmili yaşlarda olan Lizet teyzem çıktı.
"Lorena." Dedi her zamanki neşesiyle. Benden daha neşeli ve insanlara daha yakın olduğu aşikardı.
"Teyze." Dedim şaşkınlıkla. İçten bir gülümsemeyle kollarını bedenime dolayıp bana sarıldı. Başımı okşayıp mırıldandı.
"Ah, canım. Ne kadar güzel olmuşsun. Ne diyelim buna? Yüz sekseninci yaşının getirdiği güzellik mi?" Benimle alay ettiğini anladığımda ister istemez güldüm. Annem ve babamın yokluğunda her zaman o yanımdaydı. İlk kez yer yüzüne geldiğimde, Arve'yle tanıştığımda... Geri çekildiğimde içeri girip üstündeki eşofman takımıyla aynı renk olan siyah çantasını yere bıraktı ve etrafı inceledi.
"Burayı kim hazırladıysa zevki güzelmiş. Neler yaptın bu zamana kadar?" Konuşurken benim çay olarak kullandığım otlardan alıp çaydanlıkla aynı desende olan çay fincanını aldı ve kaynamış suyu ekledi.
Olanlar aklıma tak ederken bunu daha önce anlamam gerektiğini düşünmeden edemedim. Burayı Lizet hazırlamıştı. Eh, ondan başka birisi böyle güzel dekore edemezdi...
"Anlatmam gereken yüzlerce şey var." Çayına şeker atıp karıştırdı ve tezgahın üstüne oturdu. Yüzünde bir gülümseme oluşurken imalı imalı kaş göz işareti yaptı.
"Peki bu yüzlerce şeyin içinde uzun boylu üç yakışıklının da yeri var mı?" Üç uzun boylu yakışıklı derken Blaise, Blake ve Cason'u kast ettiğini anladığımda başımı iki yana sallayarak itiraz ettim.
"Ne? Nasıl yani? Sen..." Yüzünde imalı gülümsemeyi silmeden ayağı kalkıp ellerini birbirine vurdu.
"Misafirlerin var. Muhtemelen şu üç yakışıklı ve güzel esmer kızdır. Ben bakarım yorulma sen." Hızla kapının yanına gitti. Şoktaydım, teyzemin bu yaşa kadar gerçek aşk diye nitelendirdiği şeyi aradığını biliyordum fakat insanlara güzel ya da yakışıklı demesi tuhaftı. Neşeyle yapıyı açtı ve dördünü içeri davet etti. Cason hayranlıkla teyzeme bakıyordu ve bu bakışları hissettiğine, bundan memnun olduğuna emindim.
"Ağızının suyunu topla. Teyzem o benim." Bu kez hepsi bir ona, bir de bana bakarken teyzem fincanını alıp tekrardan tezgaha yaslandı.
"Eğlencemi batırmasaydın iyiydi lorena. Lizet ben" Cason hayranlıkla ona bakarak selamlaşmak için teyzemin elini tuttu. Bu onda bir değişikliğe neden olmazdı çünkü parlaklığını çoktan yitirmişti. Gerçek aşk diye tanımladığı, bir insanla arasındaki ilişkiyle bunu kaybetmişti. Fakat sıradan bir mediocris değil de kendi isteğiyle tahtı savmış ve kız kardeşine devretmiş olan bir mediocris olduğu için dünyalar arası savaşa neden olmamıştı. Sadece sürgün edilmiş gibi bir şeydi. Cason teyzemin elini dudaklarına götürüp kısa bir öpücük kondurdu ve mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAĞIN ARDINDA (Tamamlandı)
FantasíaTek gecede hayatları değişen dört insan, bir elf benzeri yaratık. Kim derdi kampa gittiklerinde yerin altından çıplak bir kız çıkacağını? ******************* "Eğer bağırıp çığlık çığlığa kaçmayacaksanız bir şey soracağım" Zombiler gerçek mi olmuştu...