Kahkahalar eşliğinde neon ışıklarla aydınlatılmış, hamburgerlerinin tadı berbat olduğu halde vazgeçemediğimiz cafeye adımlamıştık. Kahverengi, boyası gelmiş yeni uyandığımı belli eden karışık saçlarım ve ayağımdaki sandaletlerimle dünya umurumda değilmiş gibi durduğuma emindim. Teknik olarak zaten öyleydi. Dünya umurumda değildi. Ben Lee Taeyong hiçbir şeyi umursamazdım. Benim için kaygı, aşk, sevgi, acı, hüzün ve mutluluk -özellikle mutluluk- diye bir şey yoktu. Hissizdim. Bir gün yağmurun altında karnıma yediğim tekmeler artık canımı yakmamaya başladığında ve ben yerde saatlerce kahkaha atarak yattığımda anlamıştım bunu.
''Eee?'' Hyuck beni düşüncelerimden ayırırken, her zaman ki beş kişilik masamıza yerleşmiştik. ''Oyun hakkında ne düşünüyorsunuz?''
Gözlerimi, duvarda neon ışıklarla ''platonic love'' yazan tabeladan çekmiş, ''Harika.'' demiştim. ''Ben her türlü varım.''
Doyoung her zamanki gibi karşı çıkmak için dudaklarını aralamıştı ki Jungwoo sevgilisinin aralık dudaklarına ufak bir öpücük kondurduktan sonra gülümseyerek bize dönmüştü. ''Harika hadi başlayalım.''
''Selam.'' Renjun elindeki menüleri masaya koyarken samimi bir gülüş verdi. ''Nasıl gidiyor?''
''Bok gibi.''
Sırıttım, benim hayatım ne zaman iyi olmuştu ki zaten?
Renjun'de bunu bilir gibi gülümseyerek, ''Bugün sana ekstra patates kızartması vereceğim.'' demiş, masaya eğilerek kısık bir tonda, ''Şşt patron duymasın.'' diye de eklemişti.
Renjun'in samimiyetini ve yaşam enerjisini seviyordum, benim tam zıttımdı. Her zaman pozitif ve mutlu olabiliyordu.
Menüleri Renjun'in eline tekrar tutuştururken, "Her zamankinden." demiştim gülümseyerek.
Renjun bize her zamanki siparişlerimizi getirmek için -tadı kötü olan hamburger, patates ve bira- yanımızdan ayrılırken dirseklerimi masaya yaslayarak ortaya doğru eğildim.
''Eee başlayalım mı?''
Mark kafasını salladı elindeki telefonun tuş kilidini açarken.
''İsimlerimizi yazdım, döndürelim bakalım çarkı.''
Mark telefonunu masanın ortasına koymuş, çarkın düğmesine basmıştı. İsimlerimizin yazılı olduğu renkli çark hızla dönerken ellerim çenemin altında, kimin isminin çıkacağının merakıyla bekliyordum.
''Hay sikeyim.''
Mark sesli bir küfür savurduğunda hepimiz bir kahkaha patlatmıştık.
Sırada Mark'a hangi görevin çıkacağı kısmına gelmiştik. Renkli çark bir kez daha dönerken, siyah ojeli tırnaklarımı dudaklarım arasına almıştım merakla.
''Para çal.''
Mark gözleri kocaman olmuş bize bakarken, sırıttım.
''Süper.''
''Amına koyayım nasıl para çalarım saçmalamayın.''
Doyoung kafasını iki yana salladı, gözlerinde tatminsizlik parıltılarını görebiliyordum. ''Size bu oyunun saçma olduğunu söyledim.''
Göz devirdim.
''Oyunbozanlık yapma Mark. Git birinin parasını al sonra oyun olduğunu itiraf edersin.''
Mark sıkıntılı bir nefes aldı.
''Adam burnumu kırmazsa tabii.''
Hepimiz arkamıza rahatça yaslanmış, Mark'ın usulca masadan kalkmasını seyretmiştik. Mark ne yapacağını bilmeyen bir çocuk edasıyla çekingen bakışlarını etrafta dolaştırmış, sonrada gözüne kestirdiği en dipte bulunan masaya doğru adımlamıştı.
Gergin olduğu terli ellerini sürekli kotuna silmesinden ve ikide bir bize bakmasından anlaşılıyordu. Hepimiz sırıtmış bu eğlenceli sahneyi izlerken Renjun adımlamıştı yanımıza.
''Ne oluyor?''
Getirdiği patateslerden birini ağzıma atarken ''İzle.'' demiştim. ''Çok heyecanlı.''
Mark usulca masanın yanında durmuş, kadın ve adamın bakışlarının ona çevrilmesine sebep olmuştu. İkili anlamaz bakışlarını Mark'a çevirdiğinde, Mark masanın üzerinde duran cüzdanı hızla almış, içini açarak yüzlük banknotu kapmıştı ki, uzun boylu adamın kaşlarını çatarak hızla ayaklanması onu dehşete düşürmüştü.
''Şaka.'' dedi hızla. ''Oyun oynuyorduk yalnızca.'' Cüzdanı yerine bırakmış kaçar adımlarla yanımıza gelirken, bizim kahkahalarımız tüm kafeyi doldurmuş, çalan müziği bile hafifletmişti.
''Altına sıçtın.'' demişti Jungwoo bir kahkaha daha patlatırken. ''Çok komikti.''
''Amına koyayım adam az daha kırıyordu burnumu!''
Hyuck kahkahaları arasında sevgilisinin telefonunu eline aldı renkli çarkı çevirmek için düğmeye basmadan önce.
''Neyse devam.''
Çark birkaç saniye döndükten sonra benim ismimde durduğunda kaşlarım havalandı.
''Hadi şimdi bana bomba bir görev ver.''
Düğmeye bastım, çıkacak olan görevi dört gözle bekliyordum. Renjun bile merakından yanımıza oturmuş, parıltılı gözlerini dönen çarka çevirmişti.
''Bam... Lee Taeyong yap bakalım!''
''Çocuk oyuncağı.''
''Sahiden birini öpebilecek misin Taeyong?''
''İzleyin ve görün.''
Oturduğum yerden kalktım. Keskin bakışlarım hızlıca kafeyi taramış, bir nokta ilgimi çektiğinde tam orada durmuştu.
İşte oradaydı. Aradığım kişi. Üzerinde beyaz salaş bir tişört, dudaklarında yamuk bir gülüş vardı. Gözlerinde ise James Dean'in o rüya gibi bakışları... Ben de ise yaramaz bir gülüş ve çilekli rujumun parlattığı biçimli dudaklarım...
Masadan çıkmış, bakışlarımı gözüme kestirdiğim kişiye odaklamıştım. Sanki ortamda sadece ikimiz vardık, gözüm başka hiçbir şeyi görmüyordu. İstediğim tek şey o dudaklara sahip olmaktı ve tamda bunu yapmıştım.
Tişörtünün yakasını kavrayarak, biçimli dudaklarımı hedefimin dudaklarına bastırdığımda kendi çilekli rujumun tadını almıştım ve inanın bu tat cennetten bir meyve yemek kadar haz vericiydi.
⸻ ♡ ⸻
selam yine ben harika di mi, beni cok seviosunuz biliorum canlarim o yuzden yeni fic getirdim size muah <33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
there is no love // jaeyong
Fanfictionİşte oradaydı, aradığım kişi. Üzerinde beyaz salaş bir tişört, dudaklarında yamuk bir gülüş, gözlerinde ise James Dean'in o rüya gibi bakışları... #1 jaeyong ©jaeyongmylemondetox