Konser alanı usul usul dolarken, ben de sahnenin biraz ilerisindeki ağacın dibinde oturmuş Jaehyun'u bekliyordum.
Ölesiye heyecanlıydım, hatta ayaklarımı heyecanla sallarken bir çocuk gibi gözüktüğüme de emindim fakat elimde değildi. Jaehyun'un yeni saçlarıma vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Bana pembe renginin yakışacağını düşündüyse severdi değil mi? Sevmeliydi, onun için yapmıştım çünkü, sevdiği şeyi ben de görsün ve mutlu olsun diye beni sevsin diye...
Elimdeki telefonum titrerken salladığım ayaklarımı durdurmuş ayağa kalkmıştım heyecanla.
''Jaehyun geldin mi?''
''Evet, neredesin?''
''Şey sahnenin biraz ilerisinde büyük bir ağaç var onun altındayım.''
''Taeyong ağacı gördüm fakat orada değilsin.''
Gülümseyerek heyecanla arkamı döndüm, etrafta meraklı gözlerle beni arayan Jaehyun fazlasıyla sevimliydi.
''Jaehyun el sallıyorum bak.''
Heyecanla elimi Jaehyun'a doğru sallarken, kaşlarını çattığını bu mesafeden bile görebilmiştim. O fazlasıyla şaşırmıştı. Adımlarını hızla bana doğru attı, elindeki telefon kapanmasına rağmen hâlâ kulağında duruyordu.
''T-taeyong?''
Usulca gülümsemiş, kulağındaki telefonu almıştım elinden. Yaptığım hareketle gözlerini birkaç defa kırpıştırmış, pembe saçlarımı süzmüştü birkaç saniye.
''Ne oldu beğenmedin mi yoksa?''
Dudaklarımı büzerken hızla ellerini iki yana sallamış, ''Hayır hayır.'' demişti. ''Çok çok güzel olmuş Taeyong.''
Gülümsemem genişledi. ''Gerçekten sevdin mi?''
''Sevdim... ama neden, hani pembeden nefret ederdin?''
Omzumu silktim. ''Artık seviyorumdur belki.''
Sahneden hafif bir gitar sesi dolmuştu o an kulağımıza. Bakışlarımı Jaehyun'dan çekip sahnede gitar ile uğraşan görevliye çevirdiğimde, Jaehyun'un büyüsünden çıkmış ve olduğum ortamın farkına varmıştım bir an. Ben şu an sevdiğim grubun konserindeydim!
''Jaehyun çok heyecanlıyım.''
Jaehyun bakışlarını sahneden çekip ışıldayan gözlerime bakmıştı gülümserken.
''Çok mu hayransın onlara?''
Kafamı salladım hızla.
''Evet, çok.''
Hava neredeyse kararmış, batan güneşin turuncu pembe renkleri gökyüzünü boyamıştı. Konserin başlamasına 20 dakika vardı ve alan gittikçe kalabalıklaşıyordu.
Etrafı süzen bakışlarım Jaehyun'u tekrar bulduğunda onun beni süzdüğünü fark etmiştim bir an.
''Neye bakıyorsun?''
Omzunu silkmiş, ''Saçların...'' demişti. ''Pamuk şeker gibi. Sevimli.''
''Sevimli şeyleri sevdiğini söylemiştin komik mi olmuş?''
''Taeyong... benim için mi boyattın saçlarını?''
Duraksadım bakışlarımı kaçırırken.
''Hayır... sadece değişiklik olsun istedim ve sen öyle söyleyince neden olmasın dedim işte.''
Kafasını salladı olumluca fakat hiç de memnun olmuş gibi durmuyordu cevabımdan.
''Neyse, içecek alayım mı sana?''
Bana bir çocuk gibi davranması hoşuma gidiyordu, hem de fazlasıyla...
''Olur.''
Yanımdan ayrılıp ilerideki soğuk kahve standına giderken gözlerimi devirdim, zaten bana içki vermeyeceğine emindim.
''Selam.''
Karşımda bizim çocukları gördüğümde, bana gülümseyen Hyuck ve şaşkınlıktan dudakları aralanmış diğerlerine baktım masumca.
''Ah, selam.''
''Taeyong saçlarına ne oldu?''
''Boyattım çünkü canım sıkılıyordu öyle yani.''
Doyoung'da en az Jungwoo kadar şaşkındı. Mark pek bir tepki vermemişti fakat onun da şaşkın olduğu bakışlarından belliydi. Benden böyle bir şeyi hiç beklemezdi tabi, şaşkın olması normaldi.
O sırada Jaehyun adımlamıştı yanımıza.
''Selam.''
Elindeki soğuk kahveyi bana uzatırken, soğuk bir bakış atmıştı bizimkilere.
''Selam sen de mi buradaydın?''
Doyoung sorduğunda Jaehyun kafa salladı usulca. ''Evet, Taeyong davet etti.''
Mark'ın dudaklarından alaycı bir gülüş kaçarken, ''Ben de fazladan biletimizin nereye kaybolduğunu merak ediyordum.'' demişti sinir bozucu sesiyle.
Mark'ın tepkisi moralimi bozarken, Hyuck kaşlarını çattı. ''Hadi onları yalnız bırakalım.''
Mark'ı çekiştirerek yanımızdan uzaklaşırken, Jugwoo'da bana öpücük yollamış ve o da Doyoung'u çekiştirerek yanımızdan uzaklaşmışlardı.
''Şey... Mark'ın kusuruna bakma olur mu? Onun son zamanlarda biraz sinirleri bozuk ama seninle alakası yok.''
''Önemli değil Taeyong onu ciddiye almıyorum.''
Derin bir nefes aldım. Onun bu huyunu seviyordum işte, gereksiz hiçbir şeyi umursamıyordu. Bana benziyordu, ya da eski bana? Çünkü ben artık öyle olduğumu düşünmüyordum. Son günlerde fazlasıyla değişmiş, en ufacık olumsuz şeyi bile umursar olmuştum. Jung Jaehyun beni baştan yaratmıştı birkaç günde. Artık duygusal, en ufacık şeye heyecanlanan ve birinden hoşlanmanın nasıl bir his olduğunu bilen biriydim.
''Neyse hadi...''
Bileğinden tutarak sahneye doğru çekiştirdim onu. Sahnenin önü fazlasıyla kalabalıktı fakat Jaehyun'u çekiştirerek önlere doğru gitmeyi başarmıştım. 10 dakika sonra hoşlandığım kişiyle harika bir konser yaşayacaktım. Ellerim titrerken, heyecandan nefesimin sıklaştığını fark etmiş, elimi hızla çarpan kalbime götürmüştüm. Yanaklarımda alev alev olmuştu. Bu tepki neydi böyle sanki beni öpmüş gibi davranıyordum.
''Taeyong...''
Bakışlarım Jaehyun'u bulduğunda kararan ortam birden aydınlanmış, sahne ışığa boğulmuştu. Etrafımdaki sesler yükselirken, ben ise hâlâ deli gibi çarpan kalbimin sesinden başka bir şey duyamıyordum. Elimdeki soğuk kahveyi yanaklarıma bastırarak sıcaklığını almasını umdum fakat Jaehyun'un kalabalıkta kulağıma eğilerek, ''Yanakların çok sevimli oldu tıpkı saçların gibi...'' diyerek fısıldaması o an tüm heyecanımı had safhaya taşımış, bacaklarımın bağını çözmüştü.
⸻ ♡ ⸻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
there is no love // jaeyong
Hayran Kurguİşte oradaydı, aradığım kişi. Üzerinde beyaz salaş bir tişört, dudaklarında yamuk bir gülüş, gözlerinde ise James Dean'in o rüya gibi bakışları... #1 jaeyong ©jaeyongmylemondetox