Bölüm 7: Hata

14 1 0
                                    

Sokağa girdiğimde gözükürde kimse yoktu. Onu kaybetmenin verdiği sinirle geri dönmeye kalkıştığımda kadın önümde belirdi. Onu görünce sıçradım ve geriye bir adım attım. Bu çok beklenmedik olmuştu. Bana verdiği o ürkütücü sırıtış kafamı karıştırmıştı. Heyecanla "Benden neden kaçtın?" dedim.

"Beni neden takip ettin?"

Soruya soruyla cevap vermek de ne oluyordu? Gene komedi malzemesi oluyordum ve buna daha fazla izin veremezdim. Geri attığım adımımı tersleyecek biçimde konuşurken öne doğru adımlar atıyordum. "Direkt sadede geleceğim. Tek bir soru soracağım ve sen de o soruya oyalanmadan cevap vereceksin." Derin bir nefes alıp yüzümü ifadesizleştirdim ve ciddiyetimi olabildiğince gözüne soktum, çünkü düzgün bir cevap almak istiyordum. "Burada neler oluyor? Açıkla!"

Kadın ela gözlerini kısıp benim yaptığım gibi öne doğru adımlar attı ve yüzümle arasında birkaç santim kalıncaya kadar yaklaştı. İstemsizce nefesimi tuttum, ama yüzümdeki ifadeyi değiştirmedim.

"Beni iyi dinle küçük hanım. Sana sadece bir kez anlatacağım her şeyi. Beni dikkatle dinlersin dinlemezsin umrumda olmaz. Başka bir soruya da yanıt vermeyeceğim."

Gözleri, gün ışığı bu sokağa pek gelmese de ışıl ışıl parlamaya başladı. Dünkü kırmızı gözlerini tekrar görmüştüm ve kaç kez görürsem göreyim her seferinde nutkum tutuluyordu. Şokla elimi ağzıma götürmemek için kendimi çok zor tuttum. Soğuk terler döküyordum. Bu şey her neyse kanlı canlıydı. Gerçekti ve önümde duruyordu. Söyleyeceklerini merakla ve korkuyla dinlemeye hazırdım.

Dehşete düşmüştüm, fakat duygularımı yüzüme yansıtmamaya gayret gösteriyordum. O, belli etmesem de ürkütüğümü sezmiş gibiydi. Benden biraz uzaklaştı, kollarını arkasında birleştirdi. Ona uzaktan baktğımda asil kıyafetleri onu bu mekanın fakirliğinden bağımsız gösteriyordu. Binaların yanında ve siyah giysilerinin arasında beyaz teni apaçık ortaya çıkıyordu.

"Kısa keseceğim," dedi sesi öncekinden daha kalın bir tonda çıkarken. "İki gün önce benimle bir anlaşma yaptın. Sonuç itibarıyla hayatından 1 ay feda ederek 1 dilek hakkı kazandın. Buraya kadarki kısmı ikimizde çok iyi biliyoruz."

Onu onaylar biçimde kafamı salladım ve kollarımı birleştirdim. Bunun hala saçmalık olduğunu düşünsem de karşımdaki kadının gözlerinin kırmızı olması da pek normal sayılmazdı. Asıl beni rahatsız eden ise gittikçe alışıyor olmamdı.

"Buraya kadar anlaşabildiysek güzel. Şimdi asıl merak ettiğin meseleye gelelim: 'Burada neler oluyor?' Olan şu: 1 ay sonra öleceksin ve bu işin şakası yok. Geri dönüş yok. Kaçış yok. Anlaşmanın iptali yok. Hepsi bu kadar."

Ağzımı açıp konuşmama bile izin vermeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Peşinden o, sokağı terk etmeden bir takım sözleri aklıma geldiğince haykırdım:

"Bu haksızlık! Ben o hakkı düzgünce kulanamadım bile! Ayrıca 1 ay sonra ölemem! Olmaz! Gitme!"

Tek kelimeme dahi aldırış etmeden sokaktan ayrıldı ve beni orada yalnız başıma bıraktı. Bu dünyadaki kimse için bir değerim yoktu ve ben dinlenilmeye değer birisi değildim. Bunu yeniden tatmak bana kim olduğumu hatırlatmıştı: Bir zavallı...

Eve dönmeden bir markete girdim ve söz verdiğim üzere alış veriş yaptım. Elimdeki 300 lirayla alınabilecek pek fazla ucuz yiyecek yoktu. Vitrindeki fiyatlar resmen cep yakıyordu. Aldığım bir iki ıvır zıvır bile iki kardeşi en fazla iki haftalık idare ederdi. Alış verişimi yaptıktan sonra çantamın içine koyduğum poşetleri çıkarıp yiyecekleri içine tıktım. Marketten çıkınca kimsenin yüzüne bakmadan yere bakarken evimin yolunu tuttum.

Hava kararmaya yüz tutmuştu, akşam oluyordu. Bu sırada başıma gelenleri zihnimde tartım. Acaba deliriyor muydum? Kardeşimin dediği gibi bunlar kendime yüklendiğimden mi oluyordu? Psikoloğa mı gitmeliydim yoksa? Hayır, yapamazdım. Psikoloğa verecek param yoktu.

Tüm düşüncelerim üstüme çöküyor, beni ufalıyordu. Parçalara ayrılmamak için zihnimi dinç tutmaya özen gösteriyordum. Fakat o an evrenin benden nefret ettiğini kanıtlar nitelikte bir durum yaşandı. Köpeğin teki bana havlamaya başladı. Korkup koşmamayı tercih ederdim, çünkü bu onun beni av olarak görmesine sebebiyet verebilirdi. Hızlı adımlarla bir dükkana girdim ve köpeğin o sokaktan ayrılmasını bekledim. Başka bir şeytandan daha kurtulduğumun sevincini yaşadım. Şimdi aklıma gelmişti. Ya o kadın beni yalnız bırakmak yerine bu sefer canıma oracıkta kıysaydı. O tuhaf varlığın arkasından gitmem büyük akılsızlıktı. Neler yapabileceğine dair en ufak bir fikrim yok ne de olsa. En son beni bayıltıp evime yollamıştı. Bu nasıl olmuştu, onu bile anlamış değildim. Bu konuyu bir kenara ittim çünkü dükkan sahibi adam bana dik dik bakıyordu. O yüzden dükkanı terk edip evimin yolunu tuttum.

Evimin ihtiyar kapısının önünde ter içinde durup elimdeki poşetleri yere bıraktım. Çantamdan anahtarımı çıkarıp kapıyı açmak için anahtarı kapıya taktığımda kapı kendiliğinden açıldı. Anlaşılan o ki kardeşim benden önce davranmıştı. Poşetleri yerden aldıktan sonra ona alması için uzattığımda elimdekileri aldı ve içeri gitti. Ben de ayakkabı bağcıklarımı çözüp içeri girdim.

Eve girdiğimde çorabımın söküldüğünü gördüm. Sağlam kalan nadir çiftlerimden olan bu çoraplar da savaşta uzun süre hasarsız kalamamıştı. Delik çoraplara alışık olduğumdan onu o şekilde bıraktım ve mutfağa, kardeşimin yanına gittim.

Kardeşim çoktan poşetlerin içindekileri tezgaha dizmişti. Tezgahta ekmek, makarna, mercimek, patates, soğan, yumurta ve pirinç duruyordu. Fazla bir şey alamamıştım. Bizi bir süre tok tutsa yeterdi sonuçta. Kardeşim hayal kırıklığına uğramış gibi yüzünü ekşitti. Hevesinin kırıldığını görünce yanına yaklaştım ve iç çektikten sonra "En azından yiyeceğimiz var. Bazılarının o da yok," dedim.

Kardeşim bana baktı ve hiç konuşmadan tezgahtakileri alıp dolaba yerleştirdi. O gün birlikte mercimek çorbası yapmaya karar verdik. Uzun zamandır birlikte zaman geçirememiştik. İşim yüzünden eve geç gelirdim ve gelince de pek sohbet etmezdik. Bugün de pek farklı olmadı aslında. Sadece birlikte vakit geçirmemiz bile şimdilik yeterliydi.

Açıkçası kafam aşırı doluydu. Hala beynimi yiyip bitiren stresle baş etmeye çalışıyor, kendimi delirmediğime dair ikna etmeye çalışıyordum. Gördüklerim gerçekse şayet bundan hiç hoşlanmamıştım. 1 ay sonra ölecek olmayı asla kabul edemezdim. Henüz çok gençtim ve ölmek benim için çok erkendi. Gerçekleştirmek istediğim planlarım vardı. Ardından aklıma ne büyük bir sefaletin kucağında olduğum geldi. Zaten ne istediğimin bir önemi yoktu. Yaşayabilsem yeterdi, bundan fazlasını yapmaya gücüm yetmezdi. Ama ne olursa olsun ölmek istemiyordum!

Kafamın içini, karıştırdığım çorba gibi karıştırıyordum. O sıra dikkatsizliğime denk geldi elimi tencereye çarptım. Serçe parmağımı yakınca bağırdım. Kardeşim yemek masasından kalkıp yanıma geldi. Parmağımı görmek istediğini söylese de ben ona önemli olmadığını söylemekte ısrar ettim. Sonunda elimi yüzündeki ,bırak da bakayım, der gibi oluşan ifadeden dolayı ona gösterdim. Parmağıma şöyle bir baktı ve "Biraz dikkatli olsana abla. Neyseki derin bir yanık değil, " dedi ve musluğa beni yaklaştırdı. "Biraz suya tut."

Ben de dediğini yapıp musluğu açtım ve suyla elimi ıslattım. Mutfağı terk edip bir süre sonra geri döndü. Elinde yara bandı vardı. Ona buna gerek olmadığını söylesem de yara bandını serçe parmağıma yapıştırdı. Sonrasında teşekkür ettim. Son günlerde ilişkimizin bu kadar kötüye gitmesine zıt olarak bu olayların yaşanması ikimizin de içini rahatlatmıştı.

Mercimek çorbası hazır olunca tabaklarımıza çorbayı doldurup masaya geçtik. Karşılıklı çorbalarımızı afiyetle yerken evin kapısının açıldığını ve sertçe kapandığını duyduk. Bu hiç mantıklı değildi. Evimizin kapısını kim, nasıl açmıştı? Olamaz! Anahtarı kapının üstünde unutmuş olmalıydım. Eve her kim girdiyse pervasızca bize saldıracaktı belki de. Bu kadar ses çıkararak eve giren birisi zararsız olamazdı!

Yorum 💭 ve önerilerini bekliyorum. O minik yıldıza 🌟 dokunmayı eksik etmeyin. Sizi seviyorum. 🌹

1 Dilek HakkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin