Mogan Gölü'nün yakınlarındaki bir sokağa girdim. Telefonumun gösterdiği lokasyona gelmiştim, ancak burada pek de birisi yoktu. Yanlış bir yere geldiğimi ve bunun saçmalık olduğunu düşünüp başka sokaklara da bakmaya karar verdim. O an telefonum çaldı. Gizli bir numara beni aramaya hiç durmaksızın devam ediyordu. Bilmediğim numaraların, özellikle de gizli numaraların, aramalarına cevap vermekten hoşlanmıyordum, ancak içimden bir ses açmamı söylediği için açtım.
"Alo?"
"Demek geldin."
"Ne?" dedim sokağı kolaçan ederken. Yakınlarda kimse yoktu. Bu sesin sahibini çok iyi bir biçimde bildiğimden vücudumda karıncalanma hissettim. Şeytan kadın, dedim içimden. Telefondaki o varlığın konuşmasını dilimi kedi yutmuş gibi bekliyordum.
"Arkanı dön ve o yolu izleyerek yürü."
Arkamın veya önümün nereye dönük olduğunu bilmesi çok fenaydı. Bir yerlerde beni izliyor olmalıydı. Sapık bir takipçi gibi... İstemsizce elimi titretmeye başlamıştım. Daha fazla bu gerilime dayanamayıp "Tamam," dedim ve yüzüne kapattım. Biraz orada öylece durup sakinleşmeye çalıştım. Ne tür bir çamura basmıştım? Bataklık gibi beni içine çekiyordu bu pislik. Bu şey her neyse beni gerçekten öldürebilirdi. Fakat öldürecek olsaydı erken davranırdı diye tahmin ettim. Verdiği tarihte beni öldürecek olmalıydı. Belki de seri katilin tekiydi.
O an onunla görüşmekten tamamen vazgeçtim ve ters yöne doğru koştum. Ondan uzaklaşmalıydım. Terlemiştim ve kızarmıştım, lakin koşmaya devam ediyordum. En sonunda Mogan Gölü'ne ulaştım. Buraya gelmeyi amaçlamamıştım. Eve gitmek istiyordum. Fakat halimden memnun olmasam da burada çok insan vardı. O şey bana herkesin önünde saldıramazdı. Değil mi?
Bir marketten su aldım. Bu tür park benzeri yerlerden su almak tam işkenceydi. Fiyatlar normalden de uçuktu. İçimden küfür ede ede almıştım, çünkü susuzluktan ölmek üzereydim. Bir balık kadar suya muhtaçtım. Gerçi bir balık en fazla susuz kalmaktan ölebilirdi.
Benim halimse daha beterdi, mutsuz kalmıştım. Çok uzun yıllardır. Belki de uzun zaman önce ölmüştüm de haberim yoktu.Bir banka oturmuş boş gözlerle göle bakıyordum. Şişeden her yudum aldığımda kendimle boğuşuyor gibiydim. Mutluluk damlaları biteli çok olmuştu ve ben bunu bir kez daha hatırlamıştım. Hatırlayıp da ağlamadığım tek bir günüm dahi olmadığı için gözümden düşen damlayı hırkamla silerken durumu garipsemedim. Suyu boğazımdan bir süre sonra geçiremediğimi hessedip bankın kenarına bıraktım. Gölün içindeki özgür balıkları seyrettim. Onlar bile bana acıyor olmalıydı. Bense kıskanıyordum. Hayatları boyunca içinde yaşayabilcekleri kadar fazla suları vardı.
Su şişemi unutmadan ordan kalktım. Aslında onu yanımda taşımak hiç istemiyordum. Durduk yere anılarımı depreştiriyordu. Buna tahamül edemiyordum, ancak o aptal şişeye çok para ödemiştim. Onu istemediğim hatıralarım gibi yanımda taşımak zorundaydım.
Ayağımla bir taşı benimle birlikte sürüklüyordum. Bir ses duyduğumda içim tuhaf oldu. Adımı seslenen ses... Taşı tekmelemeyi bırakıp sese, soluma baktım. Sesin sahibi gözümün içine ela gözleriyle bakıyordu. Korkup kaçabilirdim, ama bundan vazgeçtim. Kaçmak bir işe yaramıyordu. Ne kadar uzağa gidersem gideyim tüm sıkıntılar bir iple ayağıma bağlanmıştı ve onlardan kurtulmak için ne kadar hızlı koştuğumun bir önemi yoktu. Benimle sonsuza kadar gelmeye devam edeceklerdi eğer ipleri sökmeye uğraşmazsam.
İblis kadının yanına yaklaştım ve onun da oturduğu banka oturdum. Gölü seyretmeye koyulmuştu, bense yüzüne hiç tereddüt etmeden bakıyordum çünkü benim onunla yüzleştiğim gibi onun da bana bakmasını istiyordum. Bana hiç bakmadan gölü seyrederken "Kaçmaya yelteneceğini tahmin etmiştim. Bu yüzden sana olduğum yerin zıttı yöne gelmeni istedim. Anlaşılan tahminim doğruymuş, " dedi. Sonrasında kafasını bana çevirdi ve kan kırmızısı gözleri ortaya çıktı. Kim bilir, belki de elleri de siyah olmuştu ama cebine soktuğu ellerini görmem mümkün olmamıştı. "Beni görünce kaçmama nedenin ise merak konusu."
Ona bakmayı bıraktım ve göle bakmak yerine gökyüzüne baktım. "Kaçmanın bir faydası yok. Ne olduğunu ve bana neler yapabileceğini bilmiyorum. Hatta hayal görüp görmediğimi de bilmiyorum fakat seninle konuşmam gerektiğini biliyorum."
"İnsanlar hep bir şeyleri bildiklerini sanarlar. Ne komiktir ki en çok da bilmiş olanlar hiçbir şey bilmezler."
Gülümsedim. Haklıydı. Kimse gerçekleri sevmezdi, onlar sadece bildiklerini okurdu. Bu yüzden insanlardan nefret ederdim.
"Peki neden geldin?" dedi. Neden geldiğimden dahi çoktan haberdar olduğunu düşünsem de sorusunu yanıtladım.
"Anlaşma yaptığımızı kabul ettim. Seninle bir anlaşma yaptık, evet, ancak değişiklik yapmak istiyorum, " dedim ona tekrar dönüp.
İfadesiz yüzünden eser kalmamıştı. Kaşlarını çattığından dolayı anlının ortası gırıştı ve beni kesin bir biçimde reddeder nitelikteki ses tonuyla "Olmaz," dedi.
"Ama..." ben konuşamadan cümlesini suratıma tokat gibi yapıştırdı.
"Sana daha önce de söylemiştim. Anlaşma iptal edilemez ve değiştirilemez."
Ayağa kalkacakken onu kolundan yakalayıp banka geri oturttum. Yürek mi yemiştim? Uzun zamandır etin pahalılığından boğazımdan bir lokma et geçmemişti bile.
Yo, hayır. Ben aklımı peynir ekmekle yemiştim. Gördüğüm ve yaptığım tek bir şey normal değildi.
Olabildiğince hızılı ve soğukkanlı bir biçimde "Dilek hakkımı çok yanlış kullandım. Ciddi değildim. Yaşamımdan kaybettiğsem dileğimi düzgünce kullanmak istiyorum."
İfadesiz yüzünü bir maske gibi kolayca takıp çıkarabiliyordu adeta. Soluk teninin verdiği hava yüzünden midemin kasıldığını hissettim. Siyah paltosunun üstünde kalmış olan elime baktı. Elimi çekmek yerine koluna daha sıkı sarıldım. Geri adım atamazdım.
"Lütfen. Sana yalvarırım. Öleceksem bari dileğimi düzgünce kullanabiliyim. Kendim için istemiyorum hatta, kardeşim daha iyi yaşam şartlar hakediyor. Lütfen. Lütfen..."
Son kelimeler ağzımdan zorla çıkmıştı. Konuşamadım. Boğazımda düğümlenen acı beni boğuyor, susturuyordu. Çaresizdim.
"İnsan, çoğu kez kendi menfaatleri için yalan söyler. İyi bir oyuncudur da. Karşısındakini kolayca oyuna getirir. Bazen şeytandan eksik kalır yanları yoktur."
Gözümden akan bir damla yaşı temizlerken söylediklerinin verdiği acının oluşturduğu gizli göz yaşlarını nasıl sileceğimi düşümdüm. Yapamazdım. Onları sona erdiremezdim. Pes etmiştim. O her zamanki gibi haklıydı. Bundan tiksiniyor, nefret ediyordum fakat hiçbir his gerçekliği değiştiremezdi. Kardeşimi gerçekten önemsiyor muydum? Yoksa dileği sırf kendime mi istiyordum?
"Tamam," dedi nasıl bu kadar temiz çıktığına anlam veremediğim kadar net bir sesle. "Dileğini çoktan kullandığın için bunu tekrar kullanmana izin veremem, ama onun yerine senden aldığım 1 ayı iade edebilirim. Her ne kadar bu bir çok kuralı yıkmam gerektiği anlamına gelse de..."
Ona mutlulukla baktım. Düşündüğüm gibi olmayabilir miydi? Bir şeytandan daha iyi bir varlık olabilir miydi? İkilemlerime çabucak son verecek nitelikte konuştu.
"Bir şartla: Kardeşinin hayatından 1 ay alacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1 Dilek Hakkı
Short StoryElinize geçen bir dilek hakkı var, ancak bu dilek hakkını kullanmak için hayatınızdan günler feda etmek zorundasınız. İşte... Tam olarak başıma gelen şey de buydu. 1 dilek hakkı karşılığında ömrümden kalan zamanımı feda ettim.