1 Dilek Hakkı'na hoş geldiniz. Hikaye boyunca size en güzel okuma deneyimi yaşatmaya çaba göstereceğim. Umuyorum ki bu güzel seriyi okurken eğlenirsiniz. İyi okumalar.
İşimdeki 3. ayımdı. Şimdiden bu işten öbür işlerimden nefret ettiğim gibi nefret etmiştim. Etrafımdaki insanlarla konuşmak istemiyordum. Bırakın konuşmayı onların yüzüne dahi bakmaya tahammül edemiyordum.
Sefil hayatımın sefil işine her gittiğimde hayatıma lanet ediyordum. Her ne kadar bu işten tiksinsem de para kazanmak zorundaydım. Sonuçta para ayaklanarak yanıma kendi isteğiyle gelmezdi. Üstüne üstlük evde karnını doyurmakla yükümlü olduğum tam anlamıyla baş belası bir kardeşim vardı. Hiçbir zaman hoşgörülü bir çocuk olmadığı için bir de onun sorunlarıyla ilgilenmek zorundaydım. Kendi sorunlarım yetmiyormuş gibi... Aslında bazen her şeyi bırakıp bir ormana gitmek istiyordum. Yanıma kimseyi almadan, hatta bir eşyayı bile... Sadece ben ve ben birlikte tüm bu işkenceden kurtulabilirdik.
Ben kendimle kavgalar eder ve hayaller kurarken birinin dibimde dikildiğini fark ettim. İşimle ilgilenmediğimin fark edilmesinden korkup masadaki sıkıcı uzun yazıya bakmaya yeltenmiştim. Gölgesi masama düşen kişinin sesinin sert tonunun tınısı kulaklarımı doldurdu:
"Patron seni odasında bekliyor. Hemen gelmeni istedi. Mazeretsiz ve çabuk."
Gözlerimi uzun ve noktası az yazılardan kurtarıp yanımda dağ gibi dikilen adama baktım. Kendisi ofis arkadaşlarımdan biriydi. Onunla pek sohbet muhabbet etmezdik. Aslında ben buradaki neredeyse kimseyle konuşmazdım, çünkü başkalarının zırvalarını dinleyecek kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Asla da hissetmeyecektim.
Patronun beni neden odasına çağırdığını anladığımda içim ürperdi. Muhtemelen bol bağrışmalı bir azar işitecektim. Son günlerde pek verimli olduğum söylenemezdi ve patronla çokça görüşmek zorunda kaldığımı da düşünürsem başım bu sefer büyük beladaydı. Olabildiğince kendinden emin tavırlarla masamdan kalktım. Daha doğrusu çalıştım. Henüz kalmışken masamdaki kağıtlar da benimle geldi ve yeri bocaladı. Özgüvenimin yerinde yeller estirerek eğildim, kağıtlara yapıştım ve hepsini bir bütün haline getirmek için beceriksiz girişimlerde bulundum. Hala başımda bekleyen adamın yüzündeki hali hayal edebiliyordum. Düşündüğü şey tam olarak Şuna bak! Böyle bir işe girebildiği için bile şanslıydı.
Aklımdaki bu düşünceyle ondan nefret ederken ayağa kalktım ve kağıtları masama hızla koydum. Yüzüne dahi bakmadan hemen yanından tüydüm. Aşağılayıcı her hangi bir ifade görmeye tahammülüm yoktu. Zaten ben kendime yeterince acıyordum.
Patronun odasının kapısının yanına varınca soluklandım. Korkudan tir tir titreyen ellerimi durdurmaya çalıştım. Pek faydası olmadı, hala korkudan ödüm kopuyordu. İçeri girdiğim anda dışarı çıkmak benim için acı dolu olacaktı. Bunu biliyordum. Derin bir nefes aldım. Havanın akciğerlerime nüfus ettiğini hissedince bir sincabınki kadar abartılı bir biçimde havayı dışarı verdim. Kapının kolunu çevirmem sonsuza kadar sürmüştü sanki. En sonunda kapıyı resmen aştım ve içeri girdim.
Kasvetli olmasına karşın odadaki çoğu eşya beyazdı. Patronum Engin Bey ise lacivert takım elbisesiyle pek sevecen görünmüyordu. Benim yanımda her zaman takındığı o gerici ve öfkeli yüz ifadesini takınmıştı. Yaşlılığından mı yoksa benden nefret edişinden mi bu kadar buruşuk olduğunu bir kez olsun anlayamadığım yüzüne güçlükle baktım. Eliyle bana oturmamı işaret etti. Dediğini yapıp oturduğum anda önündeki siyah kapaklı dosyalardan birini açtı ve ince, gür sesiyle okudu:
"Çalışmaya başladığınızdan bu yana 21 kez işe geç geldiniz."
Tam ben konuşacakken gözleriyle bana bıçak kadar keskin bir bakış attı. Sözcükler boğazımda düğümlenince konuşmaktan vaz geçtim. Elindeki dosyayı bana meydan okurcasına masaya attı. Dosyanın gürültülü çarpma sesinden irkildim ve ellerimi bacaklarıma bastırarak patronumun koyu kahve rengi gözlerine bakıyordum. Benden bıktığı ve usandığı belliydi. Ellerini birbirine bağdaştırıp "Size karşı şuana kadar gösterdiğimiz tüm toleranslar boşuna çıkmaya devam ediyor. Bugün de işe 20 dakika geç geldiniz. Ayrıca sizin dosyalarınızda bir sürü yazım yanlışı buluyoruz," dedi.
Ayağa kalkıp bana yukarıdan baktı. Beni ezmek ister gibi bir tavrı vardı. Bu yüzden kendimi daha da küçülmüş hissetmiştim. Beni göz hapsinde tutmaya devam ederken "Önceliğimiz şirketimizdeki çalışanların verimidir. Bu yüzden Nuşabe Bengü Hanım, annenizin sizi buraya sokmak için verdiği tüm çabalar boşuna gidecek gibi görünüyor. Hayırsız evlat dedikleri tam olarak bu olsa gerek," dedi sonlara doğru sesini kalınlaştırarak.
Durumun gittikçe felakete sardığını anladığım anda konuşacakken konuşmama izin vermeden kendi sözlerini tamamladı:
"Kovuldunuz."
Öfkeden aklımı kaçıracak gibi olmuştum. Bir kez daha kardeşim yüzünden kovulmuştum ve suçlanan her zamanki gibi bendim. Ben. Hayır, artık buna dayanamıyordum. Tüm dünya birlik olmuş benim üzerime geliyordu. Üstümde hunharca tepindikten sonra herkes beni aciz bir kompleksin içinde bırakıp gidiyordu. Yaptıkları her zaman onların yanına kalıyordu ama şimdi buna daha fazla izin vermeyecektim.
Beni öylece kafasına göre kovmasına aşırı sinirlenmiştim. Küçülüp ufalmayı bırakıp ayağa fırladım ve haftalardır göğüs kafesimde ne kısılıp kaldıysa hepsini ortaya çıkardım. Ona ve tüm şirkete hakaretler ve lanetler yağdırdım. Kovulmadığımı, bizzat kendim istifa ettiğimi söyleyerek onu şaşkın yüz ifadesiyle odasında baş başa bıraktım.
Masamın yanına gidip bana dair ne var ne yok hepsini bir kutuya tıkıştırdım. Onları topladığımda masa ilk gün geldiğimde bulduğum kadar boş ve ruhsuz kalmıştı. Pılımı pırtımı toplayıp çantamı omzuma attığımda etraftakilerin bana bakmayı derhal kestiklerini gördüm. Ne düşündüklerini biliyordum. Kendini ne sanıyor bu? Daha çok önceden kovulmalıydı. Bu kadar dayanması bile mucizeydi. Bu işi hak etmemişti bile. Oh olsun. deyişleri kulaklarımda çınlıyordu. Onları tamamen yok sayarak ve aşağılayarak o odayı ve şirketi sonsuza kadar terk ettim.
Temiz hava şirketin berbat ve iç gıcıklayıcı kokusundan binlerce kat daha iyiydi. Özgürlüğün kokusunu iyice çektim ve bir otobüse bindim.
Evimle bu sefil şirketin arasında fazla mesafe yoktu. Sanırım bu işin ilk ve son güzel yanı buydu. Açıkçası bu güzel özelliğe veda etmek onca kötü özelliğe de veda ettiğim için kolay olmuştu. Hiçbir güzel yan bu şirkette çalışmaya değmezdi. Ondan ve içindeki tüm insanlardan kurtulduğum için mutluydum, fakat bu mutluluk pek uzun sürmedi. Çünkü telefonumun sesi tüm otobüste yankılanırken aceleyle çantamı karıştırmam gerekmişti. Bilmediğim bir numara beni arıyordu. Otobüste yargılayıcı gözlerin arasında konuşmak istemediğim için ret simgesine bastım. Ne yazık ki bu kişi her kimse beni aramakta ısrar ediyordu. İki kez reddetmeme rağmen susmayan telefonumu açmaktan başka şansım kalmamıştım. Açtığımda duyduklarımın karşısında donup kalmış ve istemsizce bağırmıştım:
"Karakol mu?"
Yorumarınızı ve önerilerinizi bekliyorum. Oy kullanarak 🌟 bana bölümleri beğendiğinizi gösterebilirsiniz. Şimdiden teşekkür ederim.🌹
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1 Dilek Hakkı
Cerita PendekElinize geçen bir dilek hakkı var, ancak bu dilek hakkını kullanmak için hayatınızdan günler feda etmek zorundasınız. İşte... Tam olarak başıma gelen şey de buydu. 1 dilek hakkı karşılığında ömrümden kalan zamanımı feda ettim.