Lin'in en son beni apartmanın önüne bırakmasıyla birlikte bütün eğlencemiz sonlanmıştı. Halbuki ne de eğleniyorduk arabada çalan şarkı eşliğinde. Gerçi Lin yine yavaş sürmüştü arabayı ama bu pek de umrumda olmamıştı.Ses çıkmaması için çıkarttığım ayakkabılarım elimde, çıplak ayaklarımla merdivenleri tırmanırken attığım her adımda vücudum ürperiyordu. O anda üşümeyi dedektif teyzeyle karşılaşmaya tercih etmiştim.
Ara sıra yalpalasam da bizim kata ulaştığımda elimdeki anahtarla birlikte birkaç dakika kararsızca kapıyla bakıştım. Aklım pek de bulanık değildi fakat düşüncelerimi tam net seçebildiğim de söylenemezdi hafiften gidiktim yani.
Ayaklarım çok üşüdüğü için hareket etmeye karar vererek üst kata doğru yöneldim. Asla aklımdakini uygulamak için değildi bu hareketim, tamamen üşüdüğüm için harekete ihtiyaç duyuyordum ondandı adımlarımı sıralamam.
Kapıyı yavaşça tıklattığımda saat gece iki bile olsa açılacağını biliyordum çünkü her zaman öyle olurdu. Ne zaman bu kapıya gelsem hiçbir zaman geri çevrilmezdim. Zaten her biri beni de hayatına geri çevirmeden almamış mıydı ki?
Kendimi aniden kötü hissetmiştim, sanırsam onlar için cidden yetersiz bir arkadaştım.
Tam gözlerim dolmuşken aralanan kapıyla bakışlarım yavaşça yukarıya doğru çıkarak kapıyı açan kişiyi buldu. Sarı saçlarından eser kalmamıştı, artık saçları siyahtı ve itiraf etmem gerekirse bu görüntüsü onun harikalığına ağlamam için artıdan bir nedendi.
Dağılmış siyah saçları ve geçtiğimiz aylarda Taeyong'la ona hediye olarak aldığımız pijama takımıyla karşımda dikilen Kun ağlama isteğimi artırıyordu. Bu ağlama daha çok güvende hissetmenin rahatlamasıyla gelen bir ağlama gibiydi. Sanki bütün gün ne yaptığımı, nereye gittiğimi bilmeden gergince dolaşup kaybolmuşum da günün sonunda eve dönmüşüm gibi bir histi. Güven vericiydi.
İki tane yaş gözümden art arda aktığında dağınık saçları ardındaki endişeli irisleriyle bana bakarken içimdeki ağlama dürtüsü daha da büyüyordu.
"Yua ne oluyor, biri bir şey mi yaptı, bir şey mi oldu? Güzelim neden ağlıyorsun anlatsana bak endişelendiriyorsun."
Cevap vermek için konuşmaya çalışsam da içli hıçkırıklarım beni engelliyordu.
"Tamam sebepleri şimdilik boşverelim. Gel içeriye buz gibi olmuş yüzün ve kolların."
Üstündeki hırkasını bana giydirerek beni sessizce içeriye çektiğinde evdeki sessizlikten diğerlerinin uyuyor olduğunu anlamıştım. Normalde bu saatte en azından Chenle uyanık olurdu.
Hafiften şişmiş ve kızarmış gözleriyle beni inceleyen Kun ise sanki günlerdir uykusuzmuş gibi yorgun gözüküyordu.
"Neden çok yorgun gözüküyorsun? Düzgün uyuyamıyor musun? Bekle burada hemen seni en çok rahatlatan çaydan yapayım, annen yeni göndermişti yardımcı olur rahatlamana."
Yaşları silerek yürümeye çalıştığımda hâlâ bulanık olan görüş açımdan ötürü yalpalayarak dizlerimin üstüne düşmüştüm.
Zemine bakarak tekrar ağlamaya başladığımda Kun hızlıca yanıma geldi.
"Yua canın mı yanıyor, niye ağlıyorsun? Seni odama götüreyim güzelce dinlen ve bu konuyu konuşalım. Ben senin en iyi sırdaşınım unutma, bana anlatabileceğini biliyorsun değil mi? Tutma içinde seni bu şekilde ağlatan şeyi."
Pastel renklere sahip ferah odasına girdiğimizde beni yavaşta yatağının kenarına oturtarak dolabına gitti ve birkaç tane kıyafet çıkarttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cookies And Black Blanket
FanfictionNakamoto Yua ikiz kardeşini dinlememiş ve paylaşabileceği daha çok kurabiyeye sahip olmayı dilemişti. ↣Qian Kun fanfiction.