Kim Namjoon.
21. yüz yılın bile bulamayacağı güzellikte olan bir adamdı. Yoldan geçerken durup bir daha bakacağınız bir adam değildi elbette, ancak tanıdıkça daha çok tanımak isteyeceğiniz adam olduğu doğrudur.
Denizler kadar koyu, yağmurlar kadar iç açıcı, güneş kadar parlak, ölüm kadar kesindi.
Konuşmayı pek sevdiği sayılmazdı. Lakin konuşsa iki dağ bir araya da gelse, susturamazdınız onu.
Saçları hep yüzüne doğru taranmış olurdu. Böyle yapmanın en iyi yanı, kendince çirkin bulduğu yüzünü saklamaktı. Çirkin değildi, miyopta değildi. Sadece yüzünü kapatabilmek için takardı büyük gözlükleri.
İşe yaradıkları doğruydu.
Zirâ, yüzü sadece dudakları, yanakları ve burnu olarak ortadaydı.Bazen, onlar bile yoktu. Gribim, kimseye bulaşmasın istiyorum diyerek taktığı maskelerin haddi hesabı yoktur.
Kolunun altında küçük kalan bir defteri vardı. Ders boyunca kafasını kaldırmazdı o kitabın, sayfalarından. Sürekli Tanrı'ya isyan eden bir çok cümle içerdiğini sınıfın zorba öğrencisinden öğrenmiştik.
Zamanla adı isyancı ucube olarak çıktı.
Herkes gülerdi ona, asıl suçluların kendi olduğundan bir haber.
Sonra aniden biri çıktı.
Namjoon'un kırık dökük bir gemi gibi batan hayatını çekip, tek hamle de kurtardı. Aslında bardağın diğer tarafından bakılırsa, daha çok batırmıştı ama önemli olan şimdi bu değildi.
Kim Jisoo, tanrıçalar kadar güzeldi.
Ve gelin görün ki, sınıfın çirkin ördeği olarak adlandırılan Namjoon'u hedef almıştı.Pekâlâ, Namjoon hayatının kurtulduğuna şahit olmuyordu ancak kendini kurtardığına inanıyordu.
Jisoo, Namjoon'a yaklaştıkça sınıftakiler de yaklaştı. Sürekli Jisoo'yu sordular. Bazı sorular iyiydi, bazılarıysa edepsiz. Susmayı hayat biçimi bellemiş olan Namjoon, her ağzını açmadığı için tam oraya yumruklar yemeye devam etti.
Bu, ikinci Jisoo için yara alışıydı.
Birinciyse, zaten onu severek kalbine en büyük yarayı kazımıştı.Jisoo asla, Namjoon'un sırf onun için dayak yediğini yıllar sonrasında öğrenmiş olması da büyük bir acıydı.
Liseden mezun olduktan sonra ayrı eve çıkmışlardı. Tanrı şahit ki, Namjoon o zamanlar dünyanın en mutlu adamı gibi hissediyordu, aynı şimdi ki dünyanın en kırık adamı olarak hissettiği gibi.
Jisoo, gerçekten Namjoon'a çok güzel bakıyordu. Bir anne şefkatini alıyormuş gibi hissediyordu Joon, sevgilisiymiş gibi hissettirmiyordu.
Ufak tefek kavgaları bile olmuyordu. Her konuda iki yakın arkadaş gibi anlaşıyorlardı. Eğer olurda kızları olursa, ismini Daisy yapmak konusunda bile tartışmadılar ki, bu önemli bir konuydu.
Zamanla anladı Namjoon.
Bir sabah uyandığında yanında bulamadığı Jisoo'nun bıraktığı boşluğa bakarken anladığı her şeyi.
Ve zaman ona sadece alışma fırsatı verdi.
Jisoo onu hiç sevmemişti. Onunla kurduğu her hayali bir başkasıyla gerçekleştirdiğini düşündüğü için gülüyordu hep.
Daha sonraki yıllarda, hissetmek istemediği duyguları masaya yatırıp, gecelere kadar ders çalıştı. Sanırım Jisoo'nun faydası tam olarak sadece burada dokunmuştu.
Sonra böyle olmayacağını anlayıp, her gece içmeye başladı. Bir birayla kendini, onu bile unutur olduğunda daha çok içmeye başladı.
Hayatı biraz olsun düzgün adımlarla ilerlediğinde bile yokluğu hissedilebilir bir boşluğu vardı. Zamanla yaşamaktan çok yaşamamayı öğrendi. Eh, termal kanser hastası olduğundan sonra da pek iyi bir hayatı olduğu sayılmaz.
Belki beşten sonra saymayı bıraktığım ölüm dilekleri her gece devam etti.
Kendine diyemediği her kelimeyi, öğrencilerine dedi.
Açık olmak gerekirse, Jisoo batırdığı hayatı yeniden yıkamak için Namjoon'a yazdığından bu yana, âzât edilmiş gibi hissederdi Namjoon.
Onu kıran şeylerin arasında, Jisoo'nun onu başka bir adam için bırakması veya evlenmesi değildi. Tam olarak Daisy ismiydi.
Üzgündü.
Ölse bile üzgün olarak kalacaktı.
Öldü.
Ve hâlâ üzgün.Diyebileceğim tek şey var; Jisoo asla Namjoon gibi birini hak etmedi.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
「martın yirmi sekizi, 2021.
19.35 | evren.」
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stone heart
FanfictionSiliverdiğim onca anı arasından damlatıyorsun gözyaşlarını, böylece yeniden karşılaşıyorum seninle. tamamlandı. cover desing, luvalue.