BÖLÜM 7

82 1 0
                                    

Okunmalarımız artmış 90 kişi okumuş çok mutluyum çok teşekürler.

Yakın zamanda hayatta kalan 'son' kişi kendisi olabilirdi.

Yeniden aynı çatırtı duyuldu ve Ory kendini yere attı. Beynindeki hayvani taraf hızla plan yapmaya, kaçış için rota oluşturmaya başlamıştı. Bir karyola vardı ama altına saklanacağı bir yatak yoktu. Dolabın kapısı yoktu. Pencere ise çok yüksekteydi. Zaten üst kata çıkmak mantıklı olmazdı. Çıkıştan çok uzaklaşmamak gerekiyordu.

Tiz ve gürültülü bir çığlık ile irkildi ve olduğu yerde donakaldı. Bu sesi tanıyordu.

Hemen merdivenlerden indi, evden çıktı ve çığlığın geldiği noktaya doğru yöneldi.

Bu bir tavşandı ve ölmek üzereyken can havliyle son çığlığını atiyordu.

Eğer yeterince yaklaşırsa, tilki ya da çakal avini bırakıp oradan uzaklaşabilirdi. Evlerde yemek yoktu ama eve eli boş dönmeyecekti. Max’le akşam yemeğinde kurutulmamış, tuzlanmamış ya da üç aydır dolapta saklanmamış bu taze ve sulu tavşanı yiyebilirlerdi. Max'e kalan zamanında lezzetli ve taze pişirilmiş bir yemeğin tadını hatırlatması şimdi ya da daha sonra tadı tuzu olmayan beş konserve yemeği götürmesinden daha değerliydi.

Ory, ikinci evin yanından geçip hayvanı yakalamak üzere ellerini uzatarak sitenin havuzunun olduğu arka bahçeye geçti. Ancak köşeyi döner dönmez donakaldı.

“Lanet olsun,” dedi sonunda. Cıyaklamıştı.

On metre ötede, serin boş havuzun çevresinde kalabalık bir insan grubu, özensizce yapılmış kapana takılan tavşanı çıkartan kişiyi çember hâlinde izliyordu. Birer birer gözlerini avlarından çekip, çimenlerin ortasında sinmiş hâlde duran Ory’ye çevirdiler.

Nutku tutulan Ory, "Lanet olsun," diye tekrarladı.

Çok kalabalıklardı. Uzun zamandır bu kadar çok insan görmemişti. En azından bir senedir Max’ten başka biriyle karşılaşmamıştı.

Ve hepsi de silahlıydı.

Bir şey yap, diye düşündü. Bazıları şaşkın, bazıları eğlenmiş görünüyordu. Hepsi sağlıklı ve temizdi. Saçları yıkanmış, kıyafetleri onarılmıştı. Çökük yanakları, çıkık kemikleri yoktu. Gruptaki erkeklerin kolları kaslı ve dolgun görünüyordu. Koş, Ory. Koş işte. Ama hareket edemiyordu. Orada durmuş onlara bakıyordu.

Sonunda ortadaki kişi ayağa kalktı. Yorgun bir yüzü ve kısacık kesilmiş gri saçları olan orta yaşlı bir kadındı. Ory, kadının demir gibi sıkıca kapalı parmaklarının arasında debelenen tavşanı sanki her köşe başında içi yiyecek dolu dükkânlar varmış gibi kibarca serbest bırakmasını ve korkmuş hayvanın güvenli bir yer bulmak üzere çimlerden koşarak uzaklaşırken, kadının arkasından bir bakış bile atmamasını hayrete düşmüş bir şekilde izledi. Kadın sessizce grubun önüne çıktı. Bakışları sertti ve somurtuyordu. Elinde de süngüsü çekilmiş bir av tüfeği vardı. Yavaşça silahın uzun, karanlık namlusunu kaldırdı ve ona doğru nişan aldı.

"Çok geç kaldın,” dedi.

               ORLANDO ZHANG

Ory şaşkınlıkla kadına baktı. Sımsıkı tuttuğu elinde rahatça salladığı yıpranmış av tüfeğine de. Tüfeğin namlusu göğüs kafesinin altında dolanıyordu.

"Geç kaldın," diye tekrarladı kadın. Geç mi kaldım? Neye geç kaldım? "Gitmiş,” dedi diğerlerinden biri ve tükürdü.

"Gitmemiş, gölgesi var. Baksanıza.” Kadın, kolunun bir parçasıymış gibi tuttuğu silahın ucuyla Ory'nin arkasındaki karanlık şekli işaret etti. Çimenlere yansıyan dehşet ve korku içindeki gölgesi, âdeta yerdeki otlar gibi kurumuştu.

Ory nihayet, “Neye geç kaldım?” diye sordu. Max’ten başka biriyle konuşmayalı o kadar uzun süre olmuştu ki sanki anadilini unutmuştu. Kelime olmayan rastgele sesler çıkarıyormuş gibi hissettiği için karşısındakilerle konuşmak tuhaf gelmişti. Korkudan büzülürken belindeki av bıçağı acınası derecede değersiz geliyordu.

Gruptaki herkes Ory'nin ne demek istediğini anlamaya çalışır gibi birbirine baktı.

Silahlı kadının yanındaki adam, “Bize katılmaya,” dedi. Sarma sigarasından acı dumanlar yükseliyordu. “Koltuk kalmadı. Gruplar çoktan ayarlandı."

“Ben...” Ory, adamın kastettiği şeyi doğrulamak için gergin bir hâlde diğerlerine baktı.

“En fazla on iki,” diye devam etti. “On iki kişilik yerimiz var.”

Ory ne yapacağını bilemiyordu. Tehdit oluşturmadığını göstermek üzere ellerini tamamen yukarı kaldırdı,

Öndeki kadın yavaşça silahı indirdi. “Pek dışarı çıkmıyorsun sanırım?” diye sordu.

Ory başını salladı.

Hepsi sessizce birbirine baktı. Ory, üzerinde durdukları kırık ve eskimiş alana baktı. On iki beden, dört gölge. Dört gölge. Bakakaldı. Dört. Gölge.

Nihayet gruptakiler teker teker öndeki kadına bakarak son kararini beklemeye koyuldu.

"Yanında başka biri var mı?” diye sordu kadın. Dörtlüden biriydi.

"Evet," dedi Ory. "O, şey...” Belli belirsiz bir hareketle silüetini işaret etti.

Bu hareketle karşısındakiler rahatlamışa benziyordu. Kadının yüzündeki çizikler derinleşti ve elinin tersiyle kısacık saçlarını kaşıdı. "Ne kadar oldu?"

"Yedi gün.” Kaç günleri kaldığını düşünmemeye çalışıyordu. Ory'i gülümsetmek için komik sesler çıkararak konuşmaya kaç gün daha devam edebilirdi? Hayatında gördüğü en kötü aşçı olmasına rağmen kaç gün daha ellerindeki az malzemeyle değişik yemekler yapabilirdi? Ya da kaç gün daha sabahları sessizce yanında oturup beraber küçük mutfak penceresinden güneşin doğuşunu izleyebilirlerdi? Ory, gün doğumunu onunla izlemeye bayılıyordu.

“Üzüldüm."

Ory kendisine acınmasını istemediğini göstererek başını salladı. Acima duygusu her şeyi gerçek kılıyordu. “Çok güçlü bir kadın. Unutmaya yeni başladı,” dedi. Ortada duran gölgesizlere bakmamaya çalıştı. Onlara ne yapılabileceğini sormak istiyordu. Hangi seviyede olduklarını? Kuralları olup olmadığını? Nasıl başa çıktıklarını? En çok da gölgelilerin neden gölgesizlerden korkmadıklarını? Herhangi bir durumda, mesela bir geyikle ya da daha kötüsüyle karşılaştıklarinda bir şey unutacak olurlarsa ne yapacaklarını?

Gölgesizlerden biri, “Yedi gün geçmesine rağmen hâlâ kendinde olması oldukça etkileyici," diye fısıldadı. Mavi gözleri anormal bir şekilde beyaza dönmüştü.

Adamın yanındaki bir kadın espri yaparak, “Bu adamsa hangimizle akraba olduğunu bile hatırlamıyor,” dedi ve birkaç kişi buna güldü. Gölgesiz bu lafın üzerine sırıttı. Herkes sustuktan sonra simsiyah tenli iki kadın, silahlı kadına dönerek, “Söyle artık," diye mırıldandı.

THE BOOK of MHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin