Arkadaşlar sınır koymaya karar verdim çünkü 195 okunma var ama 5 vote var :( bu beni üzdü. Sınır 10 vote. :) İyi okumalar...
Arlington'ı terk ederek delilik yapıyorlar, diye düşündü. Tam da etraf sakinleşmeye başlamışken hem de. Sığınağın arkasındaki kapanı kontrol etmek için dışarı çıktığında bir dal hışırtısıyla ya da uçuşan yaprakların sesiyle irkilmeden rahatça yürüyebilmeye başlamışken, neden uzaklara gitmek isteyecekti ki? Sığınaklarında neredeyse kendilerini güvende hissettiklerini söyleyebilirdi.
Ve Ory'nin gölgeli ya da gölgesiz neredeyse herkesin Arlington'ı terk ettiğini ve geride mücadele etmesi gereken sayılı başıboş gölgesizler ve ormanda gezen tuhaf yabani hayvanlar kaldığını bilmesi sığınığa girip orada kalma isteğini daha da arttırıyordu. Eskiden kibar bir toplum olabilirlerdi ama bir daha öyle olabileceklerinden emin değildi. Belki New Orleans'ta her şeyi yoluna koyup oranın kontrolünü sağladıktan sonra bu gerçekleşebilirdi ama bunun olması da yıllar alacaktı. Zaten Max'e olanlar, harekete geçmelerini imkânsız hâle getiriyordu. Doğru zaman gelene kadar, oldukları yerde güvende kalmaları en doğrusuydu. Max’in de onunla aynı fikirde olacağından emindi.
Ory, aklından geçen son şeyin doğruluğuna kendine ikna ettiği anda gölgesinin tuhaf bir biçimde dalgalandığını fark etti. Fakat dalgalanan kendi gölgesi değildi. Bunu fark etmesiyle başına ağır bir metal cisimle darbe alması bir oldu.
M
Uğultu yavaş yavaş azaldı. Her yere altın renkli konfetiler dağılıyordu. Mumlar ve gün batımı. Ne kadar romantik! Max ve Ory'nin başının üstündeki demir ferforjeden zıplayan bir geyik figürü göze çarpıyordu. Misafirler, ellerindeki parti düdüklerini öttürmeye başlamışlardı.
Max, Ory'nin koluna girip, islık çalan kalabalığa, “Şampanya?" diye sordu. Ory'ye yaslandığında yumuşak, kahverengi bukleleri Ory'nin takım elbisesinin kollarına dökülüyordu. Yazın gelişini müjdeleyen lavantalar her yerdeydi. Max, köpüklü şampanyaları bir bir kadehlere doldurdu.
“Geliyorlar!” diye bağırdı biri. Orkestra, düğün marşını çalmaya başladı. Omzuna bir el dokundu. “Sağdıç! Sıra Sende!” Başının üzerinde konfetiler patladı.
“Ory?” dedi Max. Ory ona döndü ve bir anda zaman durdu. Her şey su altındaymış gibi yavaş yavaş hareket ediyordu. Piyanonun sesi uzaklarda yankılandı; zaman algısı değişmeye başlamıştı. Dönüp duran konfeti parçaları havada asılı kalmıştı. Ory, Max'i çok seviyordu. "Ory?"
Ory'nin gözleri açıldı. Her şey gitmişti. Müzik, sesler. Dünyası kararmıştı. Kör olmuştu.
O anda altındaki ıslak çimenleri hissetti. Hayır. Kör olmamıştı. Gece olmuştu. O an çantasının çalındığını anladı.
Tabii! Çantası ve diğer eşyaları yüzünden saldırıya uğramıştı. Sırtindaki boşluğu hissedince titredi. Sanki kıyafetleri üzerinden alınmış gibi çırılçıplak kalmıştı. Gözlerindeki bulanıklık yok olduğunda ağladığını fark etti. Her şeyi gitmişti. Bıçağı, saati, yemek çantası, ilk yardım çantası, feneri. Çantası. Çantası. Toplaması uzun zamanını almış en değerli eşyaları çalınmıştı! Yağmalamaya çıktığında hayatta kalmasını sağlayan her şey. Hepsi gitmişti. Ory, rahatlamak için omuz askılarına sarılmak istedi ama onlar da gitmişti. Daha çok ağlamaya başladı.
Boğuk hıçkırıklarını yatıştırdıktan sonra olabildiğince dikkatli bir şekilde ayağa kalktı. Başı zonkluyordu. Tüm vücudu hissizdi. Boynundan aşağısında bir yerden yaralanıp yaralanmadığını henüz kestirememişti. Parmaklarını ensesine doğru götürdü ve sıcak, ıslak bir şeye dokundu. Karanlıkta ne olduğunu göremiyordu ama kan hissi veriyordu. Bu iyi değil , diye düşündü belirsizce. Sonra öne eğildi ve çimenlerin üzerine kustu.
M
Dakikalar ya da saatler sonra zar zor ayağa kalkmayı başarmıştı. Saatin kaç olduğunu anlamasına imkân yoktu. Sadece karanlıktı. O kadar karanlıktı ki, gökyüzündeki aya rağmen kendi elini bile zar zor görebiliyordu. Bu gece, soluk sokak ışıklarıyla hayal meyal yönünü bulabildiği bir önceki geceden farklıydı. Gece, artık Unutuştu.
Ona saldırıp çantasını alıp kaçan bir gölgesiz miydi diye düşündü. Yoksa Broad Caddesi'ne girdiğinden beri onu takip eden kendisi gibi gölgesiyle hayatta kalan biri miydi? Nemli bedenini bir ürperti kapladı. Yoksa tanıştığı o grup muydu? Tehlikeli bir yolculuğa çıkacaklardı. Av bıçağını ve çantasını görmüş olmalılardı. Yeterince eşyaları vardı ama daha fazlasını istemezler miydi? Elinde tüfeğiyle Ursula'nın geri döndüğünü ve sessizce onu takip edip tuzağa düşürdüğünü hayal etti. Bakması gereken bir gölgesiz olduğunu bile bile böyle bir şey yapar mıydı?
Ory o anda, Max, diye düşündü. Birkaç titrek adım attı. Ona saldıran kişinin kim olduğunu merak etmenin manası yoktu. Artık önemli değildi. Çantası gitmişti ve Max'e vermek istediği bisiklet de. Ancak kendisi hayattaydı. Max de öyle. Ve şimdiye dek telaşlanmış olmalıydı. Ory'nin hiç bu kadar geçe kaldığı olmamıştı. Dışarıya ilk çıkışında, ölümün kıyısından dönüp eve dönüş yolunu kaybettiğinde bile. Oturmak ve yeniden gözlerini kapatmak istiyordu ama bunun yerine yürümeye devam etti.
Sığınağa nasıl döndüğünü pek hatırlamıyordu. Yolu ezbere gitmiş, karanlığa rağmen mahallelerin içinden doğru yollara sapmayı becermişti. Bir ya da iki kere, yakınlardaki otların arasından hışırtılar geldiğini duymuştu ama seslerin nereden geldiğini anlayamayacak kadar sersemlemiş hâldeydi. Ayrıca karşı koyacak gücü de yoktu. Çantayı kaybetmek ölüm kadar kötüydü. Tüm eşyaları içindeydi. Fakat bu durumdayken o yükle dönmesi mümkün değildi.
Kendini sığınağın önünde buldu. Başarmıştı. Eğildi ve yine kustu. Eğilirken dengesini kaybetti ve neredeyse kusmuğun üstüne düşmekten son anda kurtuldu.
İki basamak sonra evinde olacaktı. Lütfen yarayı nasıl temizleyeceğini unutmuş olmasın, diye düşündü. Lütfen şimdilik her şeyi hatırlasın. Yarın olduğunda bununla başa çıkabilirdi ama şu an hâli yoktu. Eğer kapıyı açtığında Max'i, onun kim olduğunu unutmuş hâlde bulursa onu beş yıldır evli olduklarına ve her hafta dışarı çıktığında bugünkü gibi ölümün kıyısından döndüğüne ikna etmek bir yana dursun, doğru düzgün bir cümle bile kurabileceğinden emin değildi. Gerçi en azından çaldıracak bir sırt çantası olduğunu hatırlamazdı.
Ory yavaşça basamakları çıktı ve baş dönmesinin durmasını beklemek için duvara yaslandı. Ensesinde bir ıslaklık hissetti. Max'in yaraya dikiş atılmasına gerek olup olmadığını kontrol etmesine ihtiyacı vardı. Bu ihtimali düşününce yüzünü buruşturdu. Max'in son kalan, tek kullanımlık kör jiletleriyle ensesini tıraş etmesini ve dikiş iğnelerinden birini tekrar tekrar etine batırıp çıkartmasının verdiği hissi çok iyi biliyordu. Düşündükçe ensesi ürperdi. Ory, kapıya ulaştığında, Uyuyakalma, diye uyardı kendini. Bir yerlerde okumuştu; beyin sarsıntısı geçiren kişinin asla uyumaması gerekiyordu. Yoksa uyanmama riski olabilirdi. Ancak kivrılmak, gözündeki bulanıklık ve baş dönmesi geçene kadar gözlerini kapatmaktı.
Anahtarını kilide sokup çevirmeye başladığı anda bilinci açıldı. Kapı kilitli değildi.
Olamaz.
Olamaz, olamaz, olamaz.
Ory, kapıyı açtı ve hiç düşünmeden içeri daldı. Başına gelebilecek en kötü şeyleri, düşünmeden koştu.
Ory, kapıyı hızlıca açtı ve hiç düşünmeden içeri daldı. Başına gelebilecek en kötü şeyleri -haydutları, hırsızları, yabani hayvanları, Max’in hafızasını- düşünecek vakti bile olmamıştı. Lütfen ben burada yokken ona bir şey olmuş olmasın, diye yalvardı. Broad Caddesi'ne gitmeseydi ve eve zamanında dönseydi, Max’i her şeyi unutmadan yakalayabilir ; gitmesine engel olabilirdi. “Max!” diye bağırdı ve salondan mutfağa, oradan yatak odasına ve tuvalete, arka tarafa ve diğer salonlara, odalara koşuşturarak sığınağın her köşesini didik didik etti. “Max! Max! MAX!!
Gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE BOOK of M
FanfictionBir akşamüstü, Hindistan'da akıllara durgunluk veren bir olay yaşanır. Sıradan bir adam gölgesini kaybeder ve bu olay tüm dünyaya yayılmaya başlar. Gölgelerini kaybedenler yepyeni güçlere kavuşsalar da bunun karşılığında ciddi bir bedel ödemek zorun...