"Tuzu versene Jungkook."
"Suyu da uzatır mısın?"
"Jungkook'a daha fazla yemek vermelisiniz."
"Jungkook bugün bana yardım etmedi. O yüzden kırıldım biraz. "
Jungkook derin bir nefes aldı. Jimin akşam yemeğine oturduklarından beri susmak nedir bilmiyordu. Jungkook şirketten ayrıldıktan sonra onun yüzüne bakmamıştı. Bakamamıştı. Bu da Jimini anlaşılan mutlu etmişti ki akşam yemeğinde onu rahat bırakmıyordu.
"Hah. Demek destekcin seni yarı yolda bıraktı ha?" Büyük amca keyiflenerek Jungkooka döndü.
"Zenin talih kuşun kaçıyor Jungkook. Kafesime girmesi için ona yemek vereceğim."
Jungkook onun ne demek istediğini anladı. Herkes anlamıştı ya.
"O kuş benden hiç gitmedi Amca. Sadece hevesini alıyor. "
Jimin içtiği suyu masaya bırakarak kravatını gevşetti. Kısılan gözleri hepsinin üstünde gezdi. Dudakları üstünde bir gülümseme oldu. Tehlikeli görünüyordu.
"Ne kafeste bir kuşum ne de kafesi olan bir kuşum. Anlıyorsunuz değil mi? Benim sınırlarım yokken sizin sınırlarınız var. Görünmeyen duvarlar." Jimin ellerini duvar gibi iki yana açtı. Yavaşça birbirine yaklaştırdı.
"Bu duvarların hakimiyeti bende. O yüzden sınırlarınızı bilseniz iyi olur. Yoksa bu duvarlar sizi ufalayacak. Tozlarınızı bir kafese koymak gibi deli bir fikrim de ortaya çıktı." Jimin peçeteyle ağzını silerek ayağa kalktı.
"Afiyet olsun." Gülümseyerek odasına çıktı. Bunlar hala Jimini ciddiye almıyor muydu? Jimin kapıyı sertce kapattı. Sivri uçlu, topuklu ayakkabısıyla koltuğa vurdu. Sınırları zorlanıyordu. Lanet olsun! O özgürlük peşinde giden bir serseriydi. Kafeste ne oluyordu? Jungkooku... onu, onu kafeste tutacaktı.
Açılan kapıyla arkasına döndü.Jungkook ona bakarken Jimin hızlıca üstüne yürüyüp onu kapının arkasına iterek kapının kapanmasını sağlamıştı.
"Derdin ne senin?" Jimin sinirle onun yakasını tuttu. Dilini dudakları üstünde gezdirdi.
"Baksana bana? Sen kimsin? Jeon, sen kimsin ki kafesten bahsediyorsun?"
Jungkook onu bu kadar gözü kara görmemişti. Sinirlenmişti. Hiçbir şeye sinirlenmeyen adam özgürlüğünün kısıtlanması düşüncesiyle sinirlenmişti.
"Doğru değil mi Jimin? Kafestesin. Etrafın kurtlarla çevrili. Ölümün ensende ama hala ondan kaçacağını düşünüyorsun."
"Yanımdasın? Ben bu kafeste isem sende yanımdasın Jungkook. Ben yanmam."
Jungkook güldü. Biraz da Jimin sinirlensin, ne olur?
"Yanacaksın, yakacaksın da. Cehennem sensin Jimin. Bu kafes değil, cehennem. "
"Burası cehennem ise Acheron*'da boğulmamaya dikkat et Kookie. Zira, aklımdan geçenler beni cehennem tanrısı yapacaktır. "
Jungkook onun ellerini tutup serbest bıraktı. Gözleriyle meydan okuyordu şimdi ikisi de.
"Taç için yarışalım. Cehennemin tacı benim olur belki?"
Jimin odayı inletecek şekilde kahkaha attı.
"Güzel oğlan... meydan okumanı kabul edeceğim. "
Jimin deri koltuğun kıyısına oturdu.
"Seni def edeceğim günü iple çekiyorum. "
"Dikkat et Jungkook. Aman yanmayasın. "
"Yanmak için fazla yakışıklıyım. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Inheritor Jikook/kookmin
FanfictionJeon Jungkook 'un dedesi tüm mirasını evlatlık çocuğu Park Jimine bırakır. Yıllar sonra ortaya çıkan çıkan çocuk, Jeon ailesinde şüphe uyandırır. Ve veliaht Jeon Jungkook,Jimini mirastan men etmek için binbir çabaya düşer. Bir süre sonra ise ikisi d...