Sönmeyen Işık -9-

505 68 5
                                    

İnsanların belleği doğanın ki kadar zayıf değildir. Acı insanın kalbine dokunduğunda keskin uçlu bir bıçağa dönüşür ve derin kesikler bırakır kalbin üzerinde. Özellikle de içimizde yarıklar açan acının temelinde sevdiğimiz birinin kaybı varsa... Ruh dünyamızda şiddetli fırtınalar yaratan acıyı hafifletmek bana göre unutmaya çalışmaktı. Ama bugün bir değişiklik yaşadım. Acıyı hafifletmenin tek yolu dökmekmiş. Başka biriyle paylaşmak. Gerek sözcüklerle, gerek gözyaşlarıyla...

Defterimi kapatıp yatağıma doğru ilerledim. Lambayı söndürüp yatağıma kıvrıldım ve kendimi uykunun huzurlu kollarına bıraktım. Herşeyin beynimde yok olup gittiği huzurlu bahçeye...

Sabah alarmın sesiyle uyandım. İlk defa alarmı ikiletmeden kalkıp banyoya ilerledim. İşlerimi halledip dolabıma ilerledim. Siyah, üzerinde altın sarısı baykuş resmi olan tişörtüm, altıma siyah dar pantolonumu geçirdim ve aşağı indim. Halam üstünü giyinmiş kahvaltı hazırlıyordu. Kahvaltı masasına yerleşirken halam "Günaydın." dedi. Bende ona gülümseyerek "Günaydın.' dedim. Kahvaltımızı yapıp okula doğru yola çıktık. Halam beni okula bıraktıktan sonra kendi Üniversitesine geçti.

Giriş kapısında Eylülle Selim'i gördüm. Beni bekliyorlardı ama sanırım beni görmemişlerdi. Kendi aralarında gülüşüyorlardı. Çaktırmadan uzaktan izlemeye başladım. Sohbetleri devam ederken aniden Selim Eylül'ü yanağından öptü. O an yerime Eylül gibi mıhlandım. Bizim utangaç, hiçbir şekilde kendini aşk konularında öne çıkaramayan rezil, liseli ergen gibi Eylülü öpmüştü. Fazla beklemeden yanlarına gittim ve muzhipçe gülümsedim.

"Günaydın!" Az önceki koyu sohbetleri yerini sessiz bakışmalara bırakmıştı. Hafifçe kıkırdadım ve "Neyse siz aranızda halledin. Ben sınıfa gidiyorum." diyerek yanlarından geniş sırıtmamla ayrıldım.

Sınıfa hızlı adımlarla girdim. Eylülün çantasının yanında Seliminkini görünce gözlerimi devirdim ve arkalarında ki boş sıraya oturdum. Kafamı sıraya koyup Selim ve Eylül'ü bekledim. Sıramın yanında bir hareketlenme hissedince kafamı kaldırıp yanıma oturana baktım. Parkta karşılaştığım çocuktu. Adını hatırlayamadığım için kaşlarımı istemsizce çattım.

"Batu." "Efendim?" "Adım. Batu." deyince jeton düştü. "Haa! Evet. Üzgünüm kafam fazla dolu." dedim hızla. Gülümsedi ve çantasını koyduğu sırama oturdu. Garip garip baktım. İnsan bir sorar ama dimi? Bu devirde her erkek böyle heralde. Birşey demeden kafamı tekrar sıraya koydum ve kafamı başka konulara yormaya çalıştım.

Nurhan Hocanın "Oturun!" sesiyle kafamı sıradan kaldırdım ve derin bir nefes aldım. Kendimi Fizik dersine hazırladım. Defterimi ve kalemlerimi çıkartıp dersi dinlemeye başladım.

Son 20 dakika kalmıştı. Derste iyi gidiyordum. Babama verdiğim söz için son zamanlarda derslerime çok yoğunlaşmıştım. Hocanın sorduğu soruyu bildiğimi fark edince hızla elimi kaldırdım. Nurhan hoca benim ani hareketimle irkilip garip garip baktı. "Buyur Ada. Çöz bakalım." deyince tahtaya çıkıp soruyu çözdüm. Hocanın kocaman açılmış gözleri ve sınıfın şaşkınlık nidaları eşliğinde sırama geçip çözdüğüm soruyu defterime geçirmeye başladım. Nurhan Hocanın sesiyle tekrar ona döndüm.

"Adacığım, gerçekten beni  çok şaşırttın. Sanırım ailenin durumu aklını başına getirdi." deyince simirden gözlerim doldu. "Keşke daha önce..." İğrenç cümlesini bitirmesine izin vermeden yanımda ki Batu'yu ittirip hocanın yanına gittim. Sınıftan çıt çıkmıyordu.

"Siz zaten ne anlarsınız ki."dedim bütün sınıfa seslenerek. " Siz hiç böyle zorluklar çekip tek başınıza bunun üstünden kalkmaya çalıştınız mı? Gül gibi geçiniyorsunuz. Hepinizin bir ailesi var. Zaten hayat bir tek bana götüyle gülüyor." Gözlerimden akan yaşları hızlıca silip burnumu çektim.

" Ama ben size anlatıyım. Anlatıyım ki olmayan o vicdanınızı aramaya çıkın. Sanki bir bıçakla kalbinizi kesiyorlarmış gibi. Sanki hayatınıza zehiri katıp ölmenizi heyecanla bekliyorlarmış gibi. Kalbim sıkışıyor hergün. Sizin ailenizden doyasıya gördüğünüz o bol sevgi için yanıp tutuşuyor resmen." Nurhan Hocaya döndüm. Gözlerim sinirden kocaman oldu. "Ama sizin gibi şerefsizler anlayamaz." dedim ve hayatımda attığım en sert tokatı attım. Koşarak sınıftan çıktım ve okulun çıkış kapısında şansıma yoldan geçen taksiyi durdurdum. Borayla gittiğimiz piknik yerinin adresini verdim ve kafamı cama yaslayıp düşüncelere daldım.

Neden insanlar bu kadar acımasız ki. Bu kadar düşüncesiz ve kin dolu. Dünya böyleydi. Her yerde gereksiz, nefretle beslenen insanlar vardı. Ama elimizden birşey gelmiyordu ki işte...

Telefonumu cebimden çıkarıp Boraya mesaj attım.

-Geçen gün gittiğimiz Aile Parkına gelebilir misin? Lütfen.

Taksi durduğunda parasını ödeyip hızla indim. Büyük, yaşlı bir ağacın altına oturdum. Sessiz gözyaşlarım eşliğinde dudaklarımdan bir şiir döküldü.

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.

Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim
Gündüzleri size kalsın verin karanlıkları,
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
Ölse bu kaldırımların karasevdalı eşi...

Sönmeyen IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin