4.Bölüm: "Okyanus Manzarası"

323 23 3
                                    

Playist:  Damien Rice - Cheers darlin'

Kutsal mabedimizdeydik, birbirimizi sarmış yatıyorduk. Başımı göğsüne koymuş kalp atışlarını dinliyordum. "Kalp atışlarında ölmek istiyorum," dediğimde başımdan öptü. Çenesini dayayarak yine düşüncelere daldığını hissettim. Beni asla almadığı zihninin içi karman çormandı. Bunu hissedebiliyordum. Her seferinde beni geri püskürtüyordu. Kendimi zorla içine alması için ısrar ediyordum ama kabul etmiyordu. 

"Arkın?" başımı kaldırıp tam gözlerinin içine bakarak seslendim, o da bana bakıyordu ama bir duygu barındırmıyordu. Hiçbir tepki vermediği için devam ettim, "Neden bu kadar düşünceli düşünceli bakıp benim içimdeki volkanları oynatıyorsun?" diye sordum. Beni kendine daha çok bastırdı. O an, eriştiğim bu huzurun içerisinde ölmeyi diledim. En huzurlu olduğum tek an onun yanıydı. 

"Bilmiyorum Maya," dediğinde bir hüzün çöktü içime, dudağımı dişleyerek Arkın'a bakmayı sürdürdüm. Yanında huzuru bulduğum adam huzursuzdu. Canım yandı, o mutlu olsun diye her şeyi yapmaya hazırdım. Bende ona sımsıkı sarıldım. Sanki benim varlığımın ona bir etkisi olabilecek gibi. Sanki daha sıkı sarılsam tüm acıları bana geçebilecek gibi sıkı sarıldım. 

Duyguları reddeden, paraya ihtiyacının olmadığını savunan, sanatı sadece kendi için yapan bir adamdı. Sevgi sözcükleri duymadım ondan, kaybetme korkusu yaşadığını görmedim, korktuğuna şahit olmadım. Hiç ağlamadı, hiç gülmedi, şaşırmadı... Mimiksiz bir yüze sahipti. Evrenin ona bağışladığı her şeyi reddediyordu. Bu halleri benim hep canımı yakmıştır. Tepki vermesini bekliyordum. İçinde biriktirip biriktirip bir gün patlamasından korkuyordum.

"İçeriden viski alıp geleceğim," diyerek benden ayrıldı ve odadan çıkıp gitti. Arkamdaki boşluk bir an içimi titretti. Yorganı daha fazla üzerime çekerek beklemeye başladım. On saniye içerisinde geri geldiğinde yeniden gülümsedim ve arkama yerleşmesini bekledim. Elinden asla düşürmediği üç şey vardı; viski, sigara ve fırça. Kafasına diktiği şişeyi daha sonra bana uzattı. Bende onun gibi yaparak şişeyi kafama diktim. Boğazımı yakan sıvıyla yüzümü hafifçe buruşturdum. Bu duyguyu bile seviyordum. 

"Arkın bana hiç ailenden bahsetmedin?" dediğimde birkaç saniye duraksadıktan sonra şişeyi elimden çekti ve kafasına dikti. Aklıma birden bire bu gelmişti, bu hallerinin altında yatan acı bir gerçek olmalıydı.

"Sende bahsetmedin," dediğin de sinirle soludum.

"Yalancı! Sana kaç kere anlattım," dediğimde sinirlenmiştim.

"Ben ne zaman dinlemek istersem o zaman dinlerim, ben istemediğim sürece kulaklarım daima tıkalı," dediğinde homurdandım.

"Pislik."

"Teşekkür ederim."

"Senden nefret ediyorum!"

"Olabilir."

"Gidiyorum ben!" diyerek bu saçma atışmamızı bitirmek için yorganı üzerimden attım ama Arkın sertçe beni kendisine yasladı.

"Gidemezsin!" dediğinde beni göğsüne daha fazla bastırdı.

"Canımı yakıyorsun," dediğimde ona karşı koyamadığım için kendimden nefret ettim.

"Biliyorum," dediğinde dirseğimle rastgele bir yerine geçirdim. Hiçbir tepki vermeden daha çok sarıldı. Babam daha ben doğmadan bizi terk etmiş. Annem ise bana bakabilmek için çeşitli işler de çalışıyordu. Başımı yeniden Arkın'a çevirdiğim de ilk tanıştığımız gün geldi aklıma, o tablolarını sattığı adamın yanında çok ucuz bir fiyata bile tamam demişti. Sanattan anlamayan ben bile ne kadar güzel çizimler yaptığını ilk dakika da anlamıştım. Etrafları bir anda kalabalıklaşmıştı. Bir süre okyanus mavisi gözlerini izlemiştim. Sonra peşine takılmış, onu bir süre takip etmiştim. Ara sıra konuşmaya çalışmıştım ama sanki benimle iletişim kurmamak bir yemin etmiş gibiydi. Zamanla sanırım beni kabullendi. Getir götür işlerini yapmaya başladım, tablolarını ben sattım, eve bir şeyler aldım, faturaları ödedim. Dışarı çıkmaktan nefret eden biri için mükemmel şeyler yapıyordum diyebilirim. Haftanın bir günü çıkıyorsa bu zamanla azalmaya ve dışarıyla olan biraz da olsa bağını koparmaya başlamıştı. Değişik biriydi. Onun hakkında çok az şey biliyordum ama kendimi en huzurlu hissettiğim tek yer onun kollarıydı.

"Neden yaptığımız onca şey günah gibi gelmiyor," dediğimde büyük büyük yudumlar alarak şişenin yarısından çoğunu bitirişini izledim, yutkundukça oynayan adem elmasına takıldı gözüm. 

"Çünkü günah olan şeyler yapmıyoruz," dediğinde alayla güldüm ve bana dolanan kollarına hayali resimler çizmeye başladım.

"Sevişiyoruz, içki içiyoruz, dinin gerekli hiçbir kuralını yerine getirmiyoruz," dediğimde sadece yeniden viskisini yudumladı.

"Bu insanların kendilerini belli bir kalıba sokması güzelim, asla kendini belli bir kalıba sokma. Sen o insanlar yapıyor diye yapma, aklından o an ne geçiyorsa onu yap." 

Değişik düşünceleri vardı. Değişik inançları vardı. Değişikti benim güzel adamım. Beni büyüsüyle sarhoş ediyordu, beni şiirleriyle sarhoş ediyordu, beni asla duygu barındırmayan gözleriyle sarhoş ediyordu. 

"Evimde şenliksin, bahçemde bahar;Ve soframda en eski şarap.Ben sende yaşıyorum,Sen bende hüküm sürmektesin."

Gözlerim sımsıkı kapalı bir süre buğulu sesinden duyduğum şiirin etkisini hissettim üzerimde. 

"Seni seviyorum," diye fısıldadım, bana her ne kadar kızacağını bilsem de ama hissediyorum  o da seviyor beni. Söylemiyor ya da isim koymuyor hiçbir duygusuna ama hissediyorum. 

sıcak göğsüne minik bir öpücük kondurup ona baktım. Daha sonra sessiz kaldık. O viskisini bitirdi, arada sigara içti, arada ağrıyan yerlerimiz için yatakta ki pozisyonlarımızı değiştirdik ama her daim birbirimize sarıldık. Ölüm bile bizi ayıramazdı. Bambaşka bir boyuttaydık. 

"Benim hikayem, senin bana gelişinle başlıyor Arkın," dedim.

"Benim hikayem sen yokken de vardı Maya," dedi. 

Bir süre kirlenmiş duvara baktım. Canım yandı. Gözlerim doldu ama umursamamayı öğrenmiştim. Sanırım. Kalbim sızlıyordu. Hayatımda ki tek adamın da beni sevmesini istiyordum. Kendimi bir hiçmişim gibi hissediyordum. Sessiz kaldım. Kırıldığımı dahi anlamayacak kadar duygusuzdu. Kırıldım desem bile gülerdi. Sadece sen öyle düşünmek istediğin için derdi. Biliyorum onu. Gökyüzü gibi bakan gözlerinin ne kadar derin olduğunu biliyorum. Kelimelerle arasının iyi olduğunu biliyorum. Yutkundum ama boğazım düğüm düğümdü.

"Önce gözlerim kayboldu sende, sonra kalbim, sonra sözlerim. Hepsi birer birer teslim oldu sana."

Bir süre sessiz kaldı. Zaten o duysun diye dememiştim. Fısıltıyla söylemiştim ama duyduğunu belli edercesine buğulu sesiyle konuştu. "Şiirle aran her geçen gün artıyor," dediğinde başımı belli belirsiz salladım. 

Perdeleri hiç açılmayan bir ev. Odaya sinmiş sigara kokusu ve boş şişeler. Hiç kapanmayan kısık sesli çalan şarkılar. İşte yaşamak buydu. Ne olursa olsun seviyordum buğulu sesli adamımı. Buğulu bakan gözlerini, çizdiği tablolarını, değişik davranışlarını. Seviyordum çünkü beni yaşatıyordu. Yalan söylemiyordu en azından. Yalan şeylerle kandırmıyordu beni. Acı ama gerçekti onun sözleri. 

Ayağa kalktığımda dışarısının soğuk olduğunu fark ederek titredim. Yorgan üzerimden düştü. Kaset çalara bir kaset yerleştirdim ve Arkın'a doğru yürüdüm. Elimi uzatarak muzipçe baktım ve güldüm.

"Benimle dans et," diye fısıldadım. Tüm evren bir saniyeliğine dursun ve bizim bu dansımıza tanık olsun istedim. Yavaşça yerinden kalkarak narin ellerimi sımsıkı kavradı ve bir elini bel boşluğuma koyarak kendine sımsıkı sardı. Burnumu boynuna gömerek kokusunu içime çektim. Yavaşça olduğumuz yerde sadece sağa ve sola adım atıyorduk. Evren bu kutsal dansımız karşısında önümüzde eğildi o an. Kutsal madedimizdeydik. İçimde yine o garip huzurlardan vardı. Ait olduğum yerdeydim ve yine Tanrı'dan tam şu an ölmeyi diledim. Olmayan Tanrım'dan yine bir dua çalmıştım. 

Bir Şiirin AğıtıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin