Dakikalar saatleri, saatler günleri kovaladı. Ben yine de kendime gelemedim.
Lanetli günün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Yerimde sayıklıyordum hala...
Başkanı, Taehyung'u, Jungkook'u kafamdan atalı hayli oluyordu.
Onların yarası birkaç gün kanayıp iyileşmişti fakat, benim esas derdim kendimken olmayan yarama nasıl merhem sürecektim?
Bir sorunum vardı.. yada bir değil bin.
Tekrarlamaktan sıkıldığım bunak tavrım daha da çökertiyordu beni. Neredeydi eski hayat dolu Park Jimin?
Aslında bana bir göz kırpsa hemen koşup sarılacaktım ona. Lakin küseli çok oluyordu, hiç barışmamak üzere...
Düşüncelerimi sivri bir ok gibi delip geçen ses, cama atılan taşla kulaklarıma ilişti.
Harika! Gecenin üçünde uyumayanın bir ben olmadığını bilmek, determinist yanımı halaya kaldırırken, bilakisliğimi yasa boğdu.
İçimi kıpraştıran korku tohumları kafamı pencereye tutmamak için inadını konuştururken, ikinci kez cama atılan taşla yerimde sıçradım.
Bu duyduğum ses tehlike mi arz ediyordu?
Kim uğraşırdı bu saatte benimle?
Yurtta yalnızdım. Gümrüğe takılan mallar için kontrole gitmişlerdi saatler önce.
Başkan tarafından ağır bir cezaya çarptırılan ben ise, hapis hayatıma bir çentik daha atılmış gibi evde kalmakla yükümlüydüm.
Tüm ekip Kuzey'e gitmişken, neydi bu şimdi?
Kafamı perdenin arkasına gizleyerek, dışarıyı kolaçan ettim.
Zifiri karanlıktan en ufak bir detay göremememin aksine, kapı tarafından duyduğum adım sesleri kalbimi depar attıracak kadar çok kan pompalattı.
Hiç bizzat başıma gelmemişti fakat, bununla ilgili birçok hikaye dinlemiştim. Soğukkanlı davranmak işin altın maddesiydi.
Buna rağmen beni dinlemeyip titremeye devam eden bacaklarımla işe girişmek akıl karı olmasa gerekti cidden.
Çekmecede yatan silahı belime sokup, kapıya doğru ilerledim.
Şimdi ne yapmalıyım? Açıp onu omzundan indirmeli mi, yoksa bir sonraki hamlesini mi beklemeliyim?
Kararsızlığımla başa çıkamazken, kapının dışında gezinen parmakları kilide değdi. Bu tıkırtılar beni gerdikçe geriyordu.
Kendime, onunla aramda yalnızca bu tahta parçasının olduğunu hatırlattığımda, toplamak adına oldukça çaba sarfettiğim cesaretimin suyla buz olduğuna şahitlik ettim.
Sahiden kapıyı açmak için hazır mıydım? "Yapabilirim."
3... elimi kulpa yerleştirdim içimden geri sayım yaparken.
2...
Kavradım ve gözü pek göründüğümden emin olduktan sonra, açtım kapıyı.
1...
"Sakın kıpırdama!" tam alnının çatına doğrulttuğum namlu, doksandan vurmak için çekeceğim tetiği bekliyordu.
Fakat silahı indirmekten başka bir şey yapmak, akıl karı olmazdı karşımda o varken.
Ciddi mi?! Bu saatte mi gerçekten?!
"Ne alaka şimdi?" daha çok kendi iç sesimle entegre olarak düşüncemi dillendirdiğimde, "Duydum ki yalnız kalmışsın." diyerek cevap verdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The 100 |jikook
FanfictionÖlümüne son 100... Onsuzluğa son 100.. 99... 98... . . . 1.. Ve sıfıra dayandı sayılar, geri sayım için tükenen günlerin yanına, kalbinde her gün yanmakta olan aşklarının meşalesi de eklendi. Söndü ateş. Jeon Jungkook.. kaldı bir başına, sol tarafın...