BÖLÜM İKİ

71 3 0
                                    

Umarım keyifle okursunuz, kitap hakkındaki düşüncelerinizi okumayı çok isterim:)

19 KASIM 2020

Eskiden olsa saatin gıcırtılı sesi beni deli ederdi. O her zaman başımıza bela ettiği tik-tak sesinden bahsetmiyorum. Hani şu altına oturduğumuzda ya da yanında bulunduğumuzda sanki binlerce arının içindeymiş hissi veren sesi var ya ondan bahsediyorum. Dileğimi dilediğim günden bu yana saatin sesini sadece sokağın başındaki saat kulesi sayesinde duyuyorum. Artık saate ihtiyaç duymuyoruz. Bugün yeni bir gün, eski bir tarih. Zamanın geçmesinden endişe duymayarak esen rüzgârın perdemi uçuruşunu izliyorum. Zamanın içinde değil de hayatın içinde kaybolmuş gibiyim. Zamanın akması artık bir şey ifade etmiyor. Dün Can'ı evine bıraktıktan sonra adımlarım beni tekrar uçuruma götürdü. Bunu nasıl yaptılar bilmiyorum ama kendimi bir anda karanlıkta, tek başıma uçurumda buldum. Sanırım bu dünyada kendimi ait hissettiğim tek yer uçurum. Denizin dalgalarını hırçınca kayaya çarpışını, gökyüzünün her gün, her saat farklı renkler taşımasını seviyorum. Dün uçurumdan ayrılmadan önce bunun son gelişim olduğunu düşünmüştüm. Ama değildi, bugün tüm olanlara rağmen sabah kalkar kalkmaz uçuruma koşmuştum. Her gün gördüğüm gökyüzü bugün daha karanlıktı sanki. Yanından geçtiğim şemsiyeli kadının yüzü asıktı, denizin bile dalgaları daha hırçındı. Batak dayanmaya çalıştığım acıyı hissetmiş olabilir miydi? Uçuruma vardığım ilk an dayanamadım, ayaklarım beni taşımadı ve yere, dizlerimin üzerine çöktüm. Gökyüzüne bakarken artık tamamen yalnız olduğumu biliyorum. Ne kadar süre gökyüzünü izlediğimi tahmin edemiyorum ama bir süre sonra çalıların arkasından birkaç kahkaha işittim. Ben daha ayağa kalkmaya fırsat bulamazken bir grup erkek uçurumun benim olduğum tarafına geçti. Üstelik üstlerinde pantolondan başka hiçbir şey yoktu. Göz göze geldiğim ilk kişiye baktım. Burası sadece benim bildiğime inandığım bir yerdi, onlar burada ne yapıyorlardı? Koyu kestane saçları olan bir çocuk bana bakarak yanındaki arkadaşlarını dürttü. Birden hepsi durup bana baktılar.

"Burada yalnız olacağımızı düşünmüştük."

Omuz silkerek cevap verdim. "Olabilir ama ben varım."

Aralarından birkaç tanesi yanlarında getirdikleri üstlerini giyerken konuşan çocuk ensesini kaşıyarak gözlerini denize çevirdi. "Yamaç dalışı yapmak için gelmiştik. Sende bize katılmak ister misin?"

Cevap vermeden önce hepsinin yüzünü teker teker inceledim. Üç tanesi benden cevap beklerken geriye kalan ikisi çoktan koşarak denize atlamışlardı. Nasıl olsa bugün saat on ikiyi gösterdiğinde onlarda beni unutacaklardı. Bu yüzden "Neden olmasın?" dedim.

Benimle konuşan koyu kestane gülümseyerek iki adımda yanıma geldi. "Ozan ben, tanıştığımıza çok sevindim."

Ona geçiştirici şekilde başımı salladım.

"Önden atlamak ister misiniz, yoksa ilk ben mi atlayayım?"

Arkamdan birinin "Önden buyur" diye mırıldandığını duydum.

Duyar duymaz ise koştum. Koşabildiğim kadar, son enerjime kadar, koştum. Gözlerim sadece denizi mercek altına almışken ben rüzgarla yarışa girdim. Ve en sonunda ayaklarımın altındaki kaya sonlandı. Ben hızını kestiremediğim bir düşüşle aşağı doğru düştüm ve saniyeler içinde denizle buluştum. Eğer Can'a âşık olmasaydım; aşkı denize duyduğum duygu olarak tanımlardım. Denize olan sevgim neden bu kadar fazla bilmiyorum, tek bildiğim benim için içime çektiğim nefesten farksız olması. Her ne kadar biraz daha denizle iç içe kalmak istesem de ciğerlerim çoktan yanmaya başlamıştı. Bu yüzden yüzerek bana en yakın olan kayalığa çıktım. Gözlerim gökyüzüne dalmışken rüzgâr çoktan ıslak bedenime saldırmaya başlamıştı. Bu yüzden biraz orada oturup tekrar uçuruma çıktım. Niyetim kimseyle muhatap olmadan kıyafetimi alıp gitmekti. Ben tam yere eğilip kıyafetimi alacağım sırada titreyen bedenime bir havlu bırakıldı. Umursamadan uçurumdan ayrılmak için adımladım.

DİLEK ÇEMBERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin