Giriş

1.1K 443 247
                                    

Globe de normal bir gündü. Bütün halklar huzur ve güven içinde yaşamlarını sürüyorlardı. Fakat Güneş Halkı, yani Helio hariç. Helio da bugün festival vardı. Kraliyet ailesinin biricik kızları bugün on sekizine basıyordu. Tek sevinç kaynağı prensesin on sekizine basması değildi. Aynı zamanda halk kendilerini koruyacak bir elçi bekliyordu ve büyük bir çoğunluk reşit olan prensesin Güneş'in Elçisi olacağını düşünüyordu.

Bütün halkların elçileri kendilerini açığa vurmuşlardı. Elçiler çoğunlukla kraliyet ailesinden olan prens ve prenseslerden oluşuyordu ama bu bir kural değildi. Bazı elçiler ise halk arasında yaşayan, kimsenin ummadığı kişiler olarak seçilmişlerdi. Seçilmişlerdi demek hepsine haksızlık oluyordu çünkü onlar başarılı bir koruyucu olacaklarını ispat edip bu gücü hak etmişlerdi.

Prenses Malia kocaman şatonun içinde bulunan odasında bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Mükemmel altın sarısı elbisesi giydirilmiş, ufak güneş simgesini bulunduran tokası saçına kondurulmuştu. Annesi onun bu haline kızıyordu. Kızının olgun ve disiplinli biri olması onun için vazgeçilmez bir şeydi.

Kraliçe onu çokta yumuşak olmayan bir ses tonu ile uyardı.

"Malia yerinde dur! Saçını daha taç giyme töreni olmadan bozacaksın." 

Malia annesine dönüp, tedirgin bir surat ifadesiyle baktı. Onu huzursuz eden bir şey vardı. 

"Anne sence gerçekten Güneş'in Elçisi ben miyim? Ya ben olamazsam."

Kraliçe surat ifadesini yumuşatıp kızına yaklaştı ve onu elinden tutup yatağın önünde ki sırtsız koltuğa oturttu. 

"Malia uzun zamandır Globe de tehdit bulunmadığı için elçiler de bulunmuyordu. Ama son on yıldır nedenini bilmediğimiz bir şekilde geri döndüler. Bu sebeple elçiler de geri gelmek zorunda. Elçiler bu amaçla seçilir. Tehdit olana tehdit olmak için..."

Kraliçe elini kızına doğru uzatıp avucunu açtı. Avucunun içinde küçük bir güneş ışığı kümesi oluştu.

"Bu güç bütün Helio halkında bulunur ama bizi korumaya yetmez. Bizi korumaya yetecek güç sadece elçi de bulunur. Bizim ailemiz çok eskilere dayanır ve çoğu elçi bizim ailemizden seçilmiştir. Bu nedenle ben sende bu gücün olabileceğine inanıyorum. Olmak zorunda."

Kraliçe sözünü bitirdikten sonra kalkıp kızının odasından çıktı. Prenses Malia bir süre annesinin söylediklerini düşündü. Gerçekten bu güç onda var mıydı? Bu çok yakında belli olacaktı.

Ve çok geçmeden taç giyme töreni vakti geldi. Görevli prensesin adını söyledi ve bütün kalabalık alkış tutmaya başladı. Malia sevinç çığlıkları eşliğinde görevlinin  yanına ilerledi. Burası şatonun en büyük odasıydı. Yaklaşık altmış metre uzunluğunda olduğu için halkın bir bölümünü içeri alabilmişti. Bunun dışında kraliyet ailesini korumak adına kız-erkek fark etmeksizin askerler bulunuyordu.

İçlerinde komutanın gözdesi olan asker Helina Otrev de bulunuyordu. Bir yandan kraliyet ailesini izlerken diğer yandan da her olası bir tehlikeyi sezmek için tetikte duruyordu. Görevli kısa bir konuşma yaptıktan sonra tacı prensesin saçına takmak için aldı. Tam o sırada ana kapıdan büyük bir patlama sesi geldi. Sevinç çığlıkları bir anda yerini haykırışlara bıraktı. İnsanlar canlarını kurtarmak için kaçışıp duruyorlardı.

Sorbentler gelmişti. Herhangi bir halk fark etmeksizin güç emip insanları öldüren caniler. Görünüşleri ne kadar insana benzese de bulunduğu her ortama dehşet saçan varlıklar.

Bir kaç asker kraliyet ailesini korumaya almışken, diğerleri mızraklarını alıp hücuma geçtiler. Helina da mızrağını alıp onlara doğru gelen bir Sorbent'e savurdu. Vuruşu ne kadar güçlü olsa da Sorbentlere her hangi bir güçle saldırılması gerekiyordu. Çünkü bunlar sadece onları oyalardı öldürmek neredeyse imkansızdı.

Sorbent gülerek Helinaya yaklaştı ve kızın ona vurmasına izin vermeden mızrağını çekip kırdı. Adam tam kızın içinde bulunan bir miktar güneş ışığı gücünü çekmek için elini ona uzattacağı anda başka bir asker adama saldırdı. Fakat asker de çok dayanamayıp o Sorbent'in gücünü emdiği ilk kişi oldu. 

"Hayır!" 

Helina haykırarak elinden geldiğince güneş ışığı gücünü kullanıp o Sorbent'e doğrulttu ve hiç düşünmeden gücünü serbest bıraktı. Güneş ışığı Sorbent'in koluna denk geldi ve küçük bir alanı yaktı. Adam acıyla haykırırken bir hışımla kıza bakıp yarım kalan işini yapmak üzere üzerine yürüdü.

Elini açıp siyah dikenli denebilecek bir küme oluşturdu ve fırlattı. Güç emici küme Helina'nın tam kalbine isabet etti ve bir anda vücudu kasılmaya başladı. Kalbinden başlayarak bütün damarları siyaha boyanıyor ve ten rengi git gide soluyordu. Daha fazla ayakta duramayıp yere devrildi. Her şey ne kadar hızlı olsada ona göre saatlerdir bu acıyı çekiyormuş gibi geliyordu. Gözleri bulanıklaştı ve soluk almakta çok zorluk çekti. Güneş enerjisinin ondan gittikçe uzaklaştığını hissediyordu. 

Artık Helina'nın yüzü bile siyah damarlar içindeydi. Ama o şimdi ölemezdi. Daha arkadaşının intikamını alamamıştı. Halkını koruması gerekiyordu. Bu şekilde ölemezdi. Şimdi  olmazdı. Kalan bütün enerjisini kullanarak zorlukla ayağa kalktı. Ölmesine saniyeler kalmıştı bunu biliyordu. Bunu başarabileceğine inanıyordu. Bunu başarmak zorundaydı.

Zaman durdu. Helina'nın görüşü bir anda değişti. Ya da beyni bulanıyordu ne olduğunu anlamlandıramadı. Aydınlık bir alan görüyordu başka hiç bir şey yoktu. Fakat saniye geçmeden bir ses duydu.

"Helina... O sensin."

Bir anda Helina'nın içinde bir enerji patladı. Damarlarında ki siyahlıklar güneş ışığıyla parladı. Gözleri insanları baktıklarında kör edebilecek bir ışıkla doldu. Görüşü düzeldi. Helina bunu hissediyordu. O sensin dedi zihni ona. Seçilen oydu. Çoktan seçilmiş olan oydu. Güç çok fazlaydı. Acayip fazlaydı. Sanki güneş ışığı vücudunu yeniliyordu. 

Gücünü sömürmeye çalışan Sorbent kavurucu bir sıcaklıkla yanıp kül oldu. Bütün herkes durmuş. Olanları izliyordu. Kral ve Kraliçe şaşkındı. Ne olduğunu anlamışlardı. İnsanlar gözlerine inanamıyorlardı. Helina havada ufak ufak yükselmeye başladı ve etrafına çok güçlü bir ışık yaydı. Bu ışıkla geriye kalan üç Sorbentte yanıp kül oldu. Güneş Halkı gözünü kıstı. 

Tüm kraliyet ailesi bulundukları yerden açığa çıktı. Tüm Güneş Halkı bunu görmese de hissetmişti. Şatonun dışındakiler bile bu güç dalgalanmasıyla şaşkına uğramışlardı. Güneş'in Elçisi gücünü kazanmıştı. Seçilen o olmuştu. Helina Otrev.

Kızın başında güneş sarısı oldukça hoş bir taç belirdi. Tacın orta kısmında bir güneş simgesi vardı ve kenarlarında güneşten gelen ışıkları andıran çizgiler vardı. Kıyafeti bembeyaz bir elbiseye döndü. Tek omuzdan aşağı süzülen ve bel bölgesinde darlaştıktan sonra salık bir şekilde devam eden bir elbiseydi. Elbisenin kolsuz tarafında ki elinde güneş sarısı oldukça sert bir maddeden yapılmış mızrak oluştu. Mızrağın tepe kısmında güneş simgesi vardı ve bir kaç saniye olmadan mızrak sanki dönüşüp kızın bileğine işlenen bir simge halina geldi.

Göz yakan güneş ışığı azaldıktan sonra kız yere indi. Herkes bir kaç saniye aval aval bakışsa da birisi, "Güneş'in Elçisi tehdit olanlara tehdit olmaya geldi!" diye bağırdı.

Prenses elçi olamadı. Ve asker son fedakarlığını yaparken içinde ki gücü açığa çıkardı.

Prenses yıkıldı. Asker yaşadı.

Herkese merhaba. Umarım giriş bölümünü beğenmişsinizdir. Buraya kadar geldiğiniz içinde teşekkür ederim.

(Not: Güneş'in Elçisinin kıyafeti medyada ki kızınkine benziyor.)

Lütfen oy vererek yıldızı parlatmayı unutmayın💞

GLOBE ELÇİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin