İlk Bölüm

737 405 234
                                    

Ayna da kendime baktım. Her zaman ki gibi benim simgem olan tacım başımdaydı. Açık kahverengi lüle saçlarım omzumu biraz geçiyordu. Tek omuzlu beyaz elbisem tam olması gerektiği gibi bembeyazdı. Bazen güneş ışığı gördüğü zaman hafif bir parlaklık saçıyordu. Asamı tehlikeli bir durum olmadığı zaman hep sol kol bileğime işlenmiş olarak taşırdım. Altın sarısı renginde bir dövme olarak durur, orada güneş deseni ile kendini belli ederdi.

O olaydan beri böyleydim. Buydum. Güneş'in Elçisiydim. Ölüme bir adım kala hak etmiştim. Öleceğimi bile bile son kez görevimi yapmak istemiştim. Bu isteğimin beni Güneş'in Elçisi olmaya getireceğini nereden bilebilirdim? Bilemezdim.

Gücümün nasıl açığa çıktığını hatırlıyorum. İçimde ki gücün kat kat fazlasının ortaya çıkışını... Ve ondan sonra olanları. İnsanların mutluluktan ağlayışlarını, kraliyet ailesinin saklamaya çalıştıkları kızgınlıklarını... Kızgınlardı çünkü Güneş'in Elçisi bendim, prenses değil. Bunu kendilerine yediremeyecek kadar kibirlilerdi. Onlar hep kibirlilerdi ve ben kibirli insanlardan ne kadar nefret etsem de öyle davranırdım.

Güneş'in Elçisiyseniz dik başlı, dediğim dedik ve katı olmalıydınız. Acıma duygunuz olmamalıydı. Acırsanız kendinizi ve en önemlisi halkınızı koruyamazdınız. Güçlü olduğunuzu göstermek zorundaydınız. Güçlü olmak zorundaydınız. Belki de böyle düşündüğüm için çoğu elçiyle kolay anlaşamıyordum.

Aynanın önünden ayrılıp odamdan çıktım. Elçi olduğumdan beri kendi sarayımda yaşıyordum ama benim ki kraliyet ailesininki kadar şatafatlı değildi. Ne küçük bir saraydı ne de çok büyük. Dışı altın sarısı ve beyaz kaplamalı, güneş simgeli bir yerdi. Her yerden kendini kolayca belli ediyordu.

Aşağıya indiğimde ana salona doğru ilerledim. Saray çalışanları kahvaltıyı hazırlamış olmalılardı. Beyaz geniş kapıdan içeri girdiğimde gözüme çarpan ilk şey beyaz ve altın sarısı renginde koltuklar oldu. Tam ortaya yerleştirilmişti.

Masanın olduğu tarafa ilerlediğimde üzerinin boş olduğunu gördüm. Şaşkınlıkla etrafa bakındım, özel çalışanım Melda her zaman kahvaltıyı buraya hazırlardı. Masanın biraz ötesinde olan balkon kapısı açıldı ve içinden Melda çıktı.

"Elçi Helina! Uyanmanıza sevindim. Bu sefer kahvaltıyı balkondaki verandaya hazırladım. Siz açık havayı seviyorsunuz diye biliyorum."

"Teşekkür ederim."

Balkondaki verandaya geçip kahvaltımı yapmaya başladım. Hava her zaman ki gibi güneşliydi. Helio Şehri'nin enerjisi ile güneş kolay kolay gitmiyordu. Burada oldukça az hava olayları görülürdü.

Kahvaltımı yaparken balkona bir adam geldi. Elinde daha önceden de kaç defa gördüğüm bir zarf vardı. Bu zarf sadece önemli anlarda gönderilirdi. Elimde ki çatalı sertçe bırakıp ayağa kalktım. Sanırım adamı ürkütmüş olacaktım ki bir adım geri çekildi. Sonra ne yaptığının farkına varıp tekrar bir adım öne geldi.

"Sevgili Elçi'm, bu zarf şimdi konsey binasından gönderildi. Size iletilmem istendi. İsterseniz size okuyabilirim."

Konsey binasından gelen zarfları asla halktan insanlara okutmazdık. İçinde halkın huzursuzluğunu bozabilecek durumlar yazılmış olabilirdi. Kulaktan kulağa gidip bir hareketlilik başlatmasını istemiyordum. Bu yüzden her an gergin olan adamın elinden zarfı nazikçe aldım.

"Teşekkür ederim ama bunu ben okuyacağım. İşinin başına gidebilirsin."

Adam başıyla onaylayıp seri adımlarla balkon kapısına gitti.

"Bir dakika. Siz ve diğer çalışanlar kahvaltılarını yapmadan işlerinin başına geçmesinler."

Kapıda durmuş olan adam bana "Sağ olun efendim." diyerek çıktı. Onlara her zaman bana efendim dememeleri konusunda uyarıyordum ama bir süre sonra tekrar demeye başlıyorlardı. Ayrıca kimsenin aç bir şekil de çalışmasını istemiyordum. Sürekli geç kahvaltı yapıyorlardı. Biliyordum.

GLOBE ELÇİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin