"Bay Kim, dikkatli olun lütfen" diye ayağı taşa takılan Taehyung'a dönerek kıkırdadım.
Dün yaptığımız görüntülü konuşmadan sonra onun bana verdiği testlerin hepsini yapmış ve okulda ona göstermiştim. Şimdi ise tekrar yalnış yaptığım yerleri anlatmak için kafeyr gidiyorduk. Heyecandan yerimde duramıyordum.
"Gülmesene. Öğretmene gülünmez" dedi sahte bir sinirle. Kendisi de gülüyordu işte!
Adımlarımı biraz daha ona yakınlaştırıp dibine girdiğimde bakışlarını bana çevirmiş şaşkınlıkla suratıma bakmıştı. Ben de sevimlice gülümseyip atkımı biraz daha boynuma doladım ve önüme döndüm.
Taehyung's pov
Jeon Jeongguk'un bana olan hayranlığını bizi hiç tanımayan insan bile 2 dakika yanımızda bulunsa anlayabilirdi.
Işıl-ışıl, kocaman gözleri, tatlı aegyoları, minik, kırmızı dudakları, tavşan dişleri, pofuduk ve pembe yanakları, üzerine 2-3 beden büyük, tatlı kıyafetleri ile bütün gün peşimde "bay Kim, bay Kim" diye dolanan bu minik tavşan okula ilk geldiğim günden beri her gün bir bahane ile yanımda bulunurdu.
Ve ben, herkesle arasında belirli sınırları olan Kim Taehyung konu Jeongguk olunca sınır tanımıyordu. Hatta bazen o kadar tatlı oluyor ki kendimi yanaklarını ısırmamak için zor tutuyorum.
Şimdi ise kocaman, içinde kaybolduğu şişme montu, kafasında pofuduk bir beresi ve burnuna kadar çektiği atkısıyla yanımda zıplayarak yürüyordu.
"Bay Kim, nasıl bu kadar güzel ingilizce öğrendiniz ki?" Diye sorarak gözlerini kocaman açarak bana döndü.
"Bilmem. Yeni şeyler öğrenmeyi, denemeyi seviyorum ve bu da bana yardımcı oldu." Meraklı gözleri etrafı turladığında gülümsedim. Bu çocuk beni tatlı krizine sokacaktı.
"Hmm. O zaman ben de ingilizce öğreneyim ve ingilizce öğretmeni olayım birlikte aynı okulda çalışalım. Olur dimi?" Heyecanla konuştuğunda ufak bir kahkaha atmıştım. Gözlerini yüzüme odaklayıp hayran-hayran bana bakmaya başladı.
"Bakma öyle yüzüme. O zaman bile beni rahat bırakmayacksın demek. Hem o zamana emekli olurun" Dediğim şeyle yürümeyi bıraktı ve bir bebek gibi kaşlarını çatarak sinirle ayağının tekini yere vurup sesini yükseltti.
"Ama, ama ben hep sizinle olmak istiyorum ki. Hem, hem aramızda sadece 7 yaş var" dedi. Ben de durup ona döndüğümde aklıma gelen fikirle suratımı ciddileştirip tam dibine geldim. Boyunun benden hatrı sayılır şekilde kısa olmasını avantaj olarak kullanıp üstten-üstten ona bakmaya başladım.
"Ben senin öğretmeninim Jeon. Aramızdakı sınırları bilmelisin değil mi? Benimle böyle konuşamazsın. Hem belki seninle çalışmak istemiyorumdur ben?" Tek kaşımı kaldırıp yüzüne biraz daha yakınlaştım.
Gözlerini bir kaç kere kırpıştırıp bakışlarını yüzümden kaçırdı. Dudaklarını birbirine bastırıp minik gamzelerini ortaya çıkardı ve kekeleyerek konuşmaya başladı.
"Ben- ben özür dilerim. Haddimi aştığımı farketmedim. Sadece- sadece ne bileyim işte ö-öyle düşünmüştüm. Kusuruma bakmayın. İ-isterseniz geri dönebilirim." Hızlı hızlı konuşuyor, dudaklarını yalıyor, gözlerini kırpıştırarak kızarmış burununu çekiyordu.
"Dönmeyi istiyor musun peki?" Diye sordum. Bakışlarını yere indirdi ve topuklarının üzerine kalkıp inmeye başladı. Ellerini atıp beresini düzeltdi ve ellerini montunun kolları ile gizledi.
"Pekala. Ben gidiyorum öyleyse." Minik oyunuma biraz daha devam etmemde bir sakınca yoktu dimi?
Tam arkamı dönecekken bakışlarını yüzüme çıkardı. Dolan gözlerini gördüğümde elim ayağım birbirine girmişti.
"Bay Kim, özür dilerim. B-bir daha haddimi aşmayacağım." Diye zorla konuşup daha da kızarmış burnunu çekti.
"Aman tanrım! Jeongguk, neden ağlıyorsun? Şaka yaptım, saygısızlık falan etmedin bana." Derken bi taraftan da atkısını aşağıya çekiyordum. O da kocaman gözlerini hızlı-hızlı kırpıştırıp, beresini düzeltti.
"Yani gitmemi istemiyor musunuz?" Dedi çatlayan sesi ile. Ona biraz daha yaklaşıp ağladığı için nerdeyse yanan yanaklarını ellerim arasına aldım.
"Hayır minik tavşan. Daha işlememiz gereken konular var." Dedim gülerek. O da gülünce yine kendimi kaptırdığımın farkına varıp biraz geri çekildim.
"Hadi Jeon. Düş önüme gidelim. Hava soğuk. Hastalanmanı istemeyiz değil mi?" Dedim göz kırparak.
Neşeyle kafasını sallayıp yanıma geldi. Ellerine 'hoh'layıp ısıtmaya çalıştığını farkettiğimde gözlerimle mağaza aramaya başladım. Minik bir butik gördüğümde elini beline atarak konuştum.
"Jeongguk, hadi gel şuradan sana eldiven alalım." Dedim onu çekiştirerek.
"Yok, gerek yok. Üşümüyorum zaten," dedi ellerini arkasına gizleyerek. Ellerinden birini alıp avcuma sıkıştırdım. Buz gibiydi.
"Ellerin buz gibi. Hadi inat etme." dedim.
"Ama şey bay Kim," diye mırıldandı. Anlamıştım.
"Benim hediyem. Hadi gel."
Zorla da olsa eldiven almayı kabul ettiğinde minik ellerinin ısınmasıyla keyfi biraz daha yerine gelmişti.
"Bay Kim, kağıt helva sever misiniz?" Dedi tek noktaya gözlerini kocaman açıp bakarak. Baktığı yere baktığımda kağıt helva standını gördüm. Ne sever ne sevmezdim. Aramazdım ama olsa yerdim tabii.
"Çok severim. Hadi gidip alalım." Bakışları bana döndüğünde kahkaha atıp oraya koşmaya başladı.
"Jeongguk, koşma. Beni bekle." Dedim ben de gülerek. Bu çocuk bana kendimi sevgilisiyle randevuya çıkmış liseli gibi hissettiriyordu.
İkisi de farkında olmasa bile Jeon Jeongguk Kim Taehyung'un kalbini sıcacık yapıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
run away | taekook
FanfictionÇünki Jeon Jeongguk Kim Taehyung'un tek istisnasıydı. |Tüm hakları Jeongguk'un minik kalbinde sakılıdır.| |nsfw| texting+düzyazı