İyi Okumalar Canlarım :D
Lisa
Soğuktan tir tir titreyen dişlerim, uyuşmuş olan bedenim, morarmış dudaklarım ve diplerine kadar donmuş olan saçlarımla hala sadece buz ve en soğuk denizlerinden gelen su dolu çukurun içerisindeydim. Üstümde sadece tüm vücudumu saran korsem vardı. Kıyafetlerim neredeydi hiçbir fikrim yok. Kollarım bir kez daha zincirlerle tavana asılı bir haldeydim. Kollarımın yukarı doğru olması bir şeyi değiştirmiyordu. Ölmek üzereydim ve kimseden yardım istemiyordum. Asla istemeyecektim de. Ben o iblisi tahttan indirmek için çıktım bu yola. Başaramasam bile bu uğurda ölmeyi tercih ediyordum.
Bulunduğum yer aslında kraliyet ailesinin ateşli hastalıklar veya tansiyon ile ilgili bir sorunları olduğunda ortaya çıkan hastalıklarının giderilmesi için kullanılan bir nevi bir kaplıca idi. Ama şimdi, belki de saray hayatında ilk defa bir şifa olarak nitelendirilen bu yer, bir korsanın acı çekmesi ve ölmesi için kullanılıyordu.
Demir kapı yavaşça aralandığında titrememe rağmen kapalı olan gözlerimi araladım ve gelen kişiye baktım. Tam bir gecedir buradaydım. Ben daha fazla bekletir diye düşünürken şu anda karşımdaydı. Dünkü keyfi yoktu yüzünde. Bu halde olmama rağmen ona ölümcül bakışlarımı sergilemekten çekinmedim. Yaşadığım sürece Yoongi'ye olan bakışlarım sadece bu olacaktı zaten.
"Çıkın dışarı!" dedi gözlerimin içine bakarak yanındakilere.
Onunla birlikte buraya gelen hizmetkarları onu selamladıktan sonra birer birer bulunduğumuz odadan çıktı ve arkalarından kapıyı kapattı. Bu odayı meşale bile değil, sadece küçük mumlar aydınlatıyordu. Tavanda camdan yapılmış bir çayır resmi vardı. Bu yüzden de hiç cam yoktu. Karanlık ve bir o kadar ıssız. Ya da ben burada ceza çekeceğim için Yoongi bilerek bu kadar bir aydınlatma yapmıştı.
Bulunduğum çukura yaklaştı ve olduğu yere oturdu. Yine benimle alay mı edecekti? Ama hayır. Böyle bir isteği olsa önce yüzündeki ifadeden anlayabilirdim.
"Sensiz olan kalbimin nasıl olduğunu şimdi anlıyor musun Lisa?" diye sordu. Dışarı çıkan nefeslerim bile artık titremeye başlamıştı.
"Çok üşüyorsun değil mi?" Konuşmayacaktım. Konuşacak zaten ne halim vardı, ne de gücüm vardı. Başını iki yana salladı. "O kadar nefret ediyorsun ki benden, anlamaya çalışmıyorsun."
İşte bu dediğine dayanamayarak titrememe rağmen güldüm. Hatta öyle bir gülüyordum ki sinirlerimin bozulmuş olmasından dolayı kafayı sıyırmış biri gibi gülüyordum.
"A-Anlamak mı? N-Neyi anlamamı b-bekliyorsun? S-Senin bu pisliklerinin n-nasıl bir a-anlamı olabilir?"
Gülümsedi. Ama tamamen keder dolu bir gülümsemeydi bu. "İçinde bulunduğum yalnızlığı. Seçme fırsatımın olmadığı bir hayatın içerisinde nasıl boğulduğum mesela?"
Bunu anlayamamıştım. Ve sessiz kalmayı tercih ettim. Ama ben kendimi ona dile getiremesem de, yine konuşmaya başlamış ve ben dinlemek zorunda kalmıştım.
"Annemi ve babamı hiç tanımadım. Beni büyüten ise Kral Jungho idi." dediğinde buz kesmeme rağmen ve şaşkınlık dolu bakışlarımı ona yönelttim. Bunu bekliyormuşçasına hiçbir tepkii vermedi.
"K-Kral... J-Jungho mu? J-Jungkook'un b-b-babası mı?" diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı ve anlatmaya devam etti.
"Ailemle yaşadığım bölgede yangın çıkmış. Ben bir sepetin içerisinde küçücük bir bebektim. Ailem çıkan yangın dolayısıyla cayır cayır yanarken, alevler benim etrafımı da saramaya başlamış. Ancak Kral Jungo ve muhafızlarının yetişmesi ile yangın sönmüş ve beni kurtarmışlardı. Benim dışımda herkes ölmüştü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pirates Of The BANGTAN // BANGTANPİNK
FanfictionAdaleti sağlamak sadece 11 yoldaşın elindeydi. Onlarla birlikte kılıç sallamaya cesaret edebilir misin? ☠️☠️☠️ #LisMin #VRose #JenKook #NamSoo ☠️☠️☠️ ©GUCCIxTATA