New York Üniversitesi Fen ve Edebiyat Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, ana kampüste tarihi Washington Meydanı Parkı'nın kuzeyinde kalan beş katlı, griye çalan beyaz renkli bir binaydı. Sinirli bir tavırla binaya adım atan Jackie, peşinden bir gölge gibi gelen Ajan Young'ın varlığının oldukça farkındaydı. Girişte güvenlikte bekleyen, senelerdir burada çalışan Virgil, genç kadının ardından gelen çatık kaşlı, takım elbiseli iri adamı görünce ayağa kalkıp bir şey söylemeye niyetlendi. Ancak suratsız FBI ajanı, rozetini adamın suratına tutunca yaşlı adam ağzını dahi açamadı. Profesörün ve kendi ofisinin de içinde bulunduğu Edebiyat bölümüne gitmek için asansöre yönelen Jackie, genç adama oldukça kızgındı. Sabah, Ajan Young'ı kampüse gelip Profesör Whittaker ile yüz yüze konuşmak için ikna etmesi neredeyse iki saatini almıştı.
Geçen akşam, Brandon, Jackie'yi FBI merkezinden alıp güvenli eve götürmeden önce genç kadının okuluna iki blok uzaklıktaki dairesine gidip eşyalarını almışlardı. Ne kadar süreyle saklanması gerektiğini bilmediği için büyükçe bir bavula bir sürü kıyafet, makyaj malzemesi, iç çamaşırı koyan Jackie, sadece bir yatak odası ve mutfakla birleşik salonu olan dairede ajanın içeriden gelen sabırsız ayak seslerini ve söylenmelerini duyabiliyordu. Eve girerken, eşyalarını alması için ona on dakika süre veren Brandon, geçen yarım saatin ardından Jackie'yi kolundan tutup arabaya sürüklemekle tehdit etmeye başlamıştı.
Dün akşam genç adamı daha çok sinirlendirmiş olmayı dileyen Jackie, asansöre adım attı. Brandon, genç kadını güvenli ev dediği, kendi dairesinden bile daha küçük ve eski eve götürüp, Ajan Ortega gelene kadar geçen bir saat içinde kızın yüzüne bile bakmamıştı.
FBI merkezinde yaptığı teklife mi kızmıştı yoksa genel olarak kişiliği mi böyleydi Jackie bilmiyordu. Ancak bir saat sonra gelen Ajan Ortega, neşeli ve cana yakın tavırlarıyla Jackie'yi biraz olsun sevindirmişti. Yoksa bu buzdolabı gibi adamla zaman geçmeyecekti. Gerçi ilk başta, o adamla geceyi aynı evde geçirecek olma ihtimali genç kadının midesinde kelebekler uçmasına neden olmuştu. Ama onunla geçen o bir saatin ardından bu yedi yirmi dört gözetim durumunun çok zor geçeceğine ikna olmuştu.
Yabancı bir evde, tanımadığı bir adam içeride beklerken uyumakta zorlanan Jackie, sabah 'bebek bakıcılığı' görevini devralmaya gelen Ajan Brandon'ın Jackie'ye kampüse gitmek için izin vermemesi ile iyice çileden çıkmıştı.
Neredeyse iki saat süren dil dökmenin ardından adam en sonunda Jackie'nin asistanı olduğu profesöre açıklama yapması, sorumlu olduğu dersleri devretmesi gerektiğini anlayabilmişti. Jackie, hayatında onun kadar inatçı başka birini tanımamıştı.
Sinirleri hala yaptıkları tartışma yüzünden gergin olan Jackie, ikinci katta duran asansörden inip genç adam orada yokmuş gibi koridorda yürüdü. Debbie'nin masasında olduğunu görünce onu en son gördüğü anı, profesörün koltuğunda yakalandığını hatırladı. Sanki o anın üzerinden aylar geçmiş gibiydi ama sadece otuz altı saat geçmişti. Boynundaki morluğu saklamak için sardığı pembe fuların yerinde olduğundan emin olmak için eliyle yokladı ve yüzüne bir gülümseme yerleştirerek Debbie'yi selamladı.
"Merhaba, Debbie," derken peşinden gelen genç adamın sinirle yanında durduğunu fark etti. 'Yok sayılmak nasıl oluyormuş bakalım?' diye içinden geçiren Jackie gülmemek için kendini zor tuttu.
"Selam canım, nasılsın?" diye soran Debbie'nin meraklı bakışları yanındaki adamın üzerindeydi. Hakkını vermek gerekirse, Ajan Young hangi yaştan olursa olsun her kadının aklını başından alacak kadar yakışıklıydı. Jackie, arabadan inmeden önce belki de beşinci kez profesör dışında kimseye olanları anlatmayacağını hatırlatan Brandon'ı eski bir arkadaşı olarak tanıttı.
"Ah arkadaşsınız demek? Merhaba, nasılsınız?" Debbie genç adama elini uzattı.
Ömründe ilk kez ona uzatılan bir el görmüş gibi bakan Brandon, elini uzatmayınca Jackie daha da rezil olmadan araya girdi.
"Debbie, vaktimiz çok sınırlı. Profesöre onunla görüşmem gerektiğini iletir misin?"
"Tabi tatlım." Telefonu eline alan Debbie, Brandon elini sıkmadığı için bozulduğunu belli etmemeye çalışarak konuştu.
Ahizeyi yerine koyup, "Girebilirsin, tatlım," dedi. "Siz de girin," derken Brandon'a öyle ters bakmıştı ki Jackie'nin yine gülme isteği tuttu.
Ofisin kapısı açıldığında ayağa kalkan Profesör Steven Whittaker, önce Jackie'ye, ardından da yanında duran ve sert gözlerle etrafına bakınan Brandon'a baktı. Profesör Whittaker; şakaklarındaki kırlaşmış saçları dışında 45 yaşını göstermeyen, oldukça atletik yapılı, neredeyse karşısındaki ajan kadar uzun boylu, kahverengi dalgalı saçları ve etkileyici gri gözleri olan bir adamdı. Ancak en etkileyici yanı, kalın ve çekici ses tonuydu.
Gözleri tekrar Jackie'ye dönen Profesör, "Merhaba, Jackie. Beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?" diye sordu.
Elbette Brandon, genç kızın ağzını açmasına fırsat vermeden, cebinden rozetini çıkardı. "Ben FBI'dan Özel Ajan Brandon Young. Burada bulunma sebebimiz kesinlikle bu odadan dışarı çıkmayacak. Yoksa hakkınızda yasal işlem başlatırım."
Jackie, adamın tipik tavrının böyle olduğuna karar vermişti artık. Kabalığı hakkında laf anlatmaya çalışmakla vakit kaybetmek istemeyerek hemen lafa girmeye karar verdi. Çünkü Brandon burada sadece on beş dakika geçireceklerini, süreyi uzatırsa dün akşamki arabaya sürükleme tehdidini gerçekleştireceğini açıkça belirtmişti. Jackie çok önemli bir davada kilit tanık olmanın kolay olmayacağını biliyordu, ancak yanındaki ajan işi çok daha zorlaştırıyordu.
"Profesör, maalesef bazı kötü haberlerim var," diye söze başlayan Jackie, detaylara çok girmeden hastanede başına gelenleri ve ardından kendini içinde bulduğu durumu anlattı. Belirsiz bir süre boyunca FBI korumasında olacağını ve derslere giremeyeceğini de ekledi. Konuşması bittiğinde profesörün yüzünde korku dolu bir ifade belirmişti.
"Aman tanrım Jackie! Derslerin canı cehenneme! Neden bana daha önce haber vermedin? Bir telefon etsen hastanede yanına gelirdim!" Profesör, masanın ardından çıkmış ve Jackie'nin yanına gelip elini tutmuştu. Genç kızın bu hareket karşısındaki tedirginliğinin farkında olmadan sözlerine devam etti. "Yapabileceğim bir şey var mı? Aman Tanrım! Jackie, neredeyse..." sözünü tamamlayamadan ofisin kapısı açıldı ve asistan Kevin Mitchell içeri girdi. Habersiz içeri girebildiğine göre Debbie yerinden ayrılmıştı.
Profesörün Jackie'nin elini tuttuğunu ve tanımadığı sert görünümlü bir adamın da içeride olduğunu görünce, "Yanlış bir zamanda geldim galiba, Profesör, sonra geleyim ben," deyip çıkacaktı ki Jackie elini profesörün elinden çekerek Kevin'a seslendi.
"Kevin, aslında senin de burada olman iyi olur. Sanırım benim giremeyeceğim dersleri senin alman en iyisi olacak," derken profesöre baktı. Az önceki şoku hala atlatamamış görünen Whittaker, "Gel Kevin. Beraber konuşmamız gereken bir durum var," dedi.
Konuşmaları ve özellikle Profesör Whittaker'ı yakından izleyen ve bir süredir sessiz kalan Brandon, Jackie'nin yanına yanaştı ve eğilerek, "Gerçek sebebi kim olursa olsun bu adama söyleyemezsin," diye fısıldadı. Genç adamın nefesi kulağına gelen Jackie ürperdi. Karakter olarak bu kadar sinir olduğu adama, vücudunun verdiği bu tepkilerden nefret ediyordu. Dişlerini sıkarak, "Biliyorum," dedi.
"Kevin, ailesel bir sorun yüzünden bir süreliğine derslere giremeyeceğim, tez çalışmalarıma uzaktan devam etmeye çalışacağım ama senden bu arada derslerime girmeni rica edecektim." Profesörün iki asistanından biri olan Kevin, genç kadının derslerini ödünç alması için en uygun seçenekti. Tabi efsanevi gıcıklığı hesaba katılmazsa.
"Evet, Mitchell. Jackie'nin verdiği iki derse senin girmeni istiyorum. Gerekli ayarlamaları Öğrenci İşleri bürosu ile halledersin. Debbie'ye sana yardımcı olması için talimat vereceğim." Profesör Whittaker, Jackie'ye döndü.
"Umarım bu sorun en kısa zamanda çözülür ve aramıza geri dönersin, Jackie." Ses tonu, Kevin ile konuştuğundan birkaç ton daha yumuşaktı.
Genç kadın, profesöre başını salladı. Fare yakalamış bir kedi gibi sırıtmamak için kendini zor tutan Kevin'a baktı ve sinirleri tekrar gerildi. Derslerine neden devam edemeyeceği üzerine Brandon'dan dinlediği bir saatlik nutuktan sonra bile bunun çok saçma olduğunu düşünüyordu. Onu koruyacak ajanlar, derste de koruyabilirlerdi sonuçta değil mi? Ama yok, inatçı Ajan Young, güvenliğinin kampüste sağlanamayacağını söyleyip Jackie'nin önerisini kesinlikle reddetmişti.
Akademi dünyasında önemli bir yere gelmek için sürekli çalışmak zorunda olan Jackie için vereceği bu büyük ara, sonun başlangıcı olabilirdi. Kevin'ı sevmese de adamın zeki ve başarılı olduğu bir gerçekti. Döndüğü zaman, tabi dönebilirse, hala aynı imkanlara sahip olup olmayacağı meçhuldü. Tüm bu olanlar tamamen Brandon'ın suçuymuş gibi genç adama ters ters baktı. Aslında bir bakıma onun suçuydu.
Ardından, "Teşekkür ederim, profesör. Umarım ki geri dönüşüm çok uzun zaman almaz." Kevin'a dönerek, "Ders notlarımı istersen ofisimden alıp getirebilirim," dedi.
Kevin, her zamanki sinir bozucu tavrıyla kimsenin gözünün içine bakmayarak, "Merak etme, Shaw. Sen Shakespeare anlatabiliyorsan, ben zaten anlatabilirim. Bu konuda senden daha uzun süre çalıştım," diyerek Jackie'de yine kafasına ağır bir şeyle vurma isteği yarattı. Bu gidişle gün bitmeden Jackie, ya FBI ajanına ya da profesörün asistanına şiddet uygulayacaktı.
Büyük ikramiyeyi kazanmış gibi görünen Kevin, başıyla profesöre selam verdi ve çıktı.
Jackie, sinirlerine hakim olabilmek için derin bir nefes aldı ve profesöre döndü. "Tezime devam edebilmek için ofisimden bazı dosyaları alacağım, ihtiyacım olan diğer her şey zaten dizüstü bilgisayarımda." Gözlerine dolan yaşlardan dolayı boğuklaşan sesiyle devam etti. "Anlayışınız için teşekkür ederim, profesör. Desteğiniz benim için çok anlamlı."
"Keşke elimden daha fazlası gelse Jackie. Tez konusunda endişelenme. Sana ek süre verilmesi için kurula başvuracağım." Genç kadının yanına yaklaşan profesör elini omzuna koyarak devam etti. "Benim için...yani bölümümüz için çok değerli olduğunu biliyorsun. Şu anda önemli olan tek şey senin güvenliğin," deyip Brandon'a döndü. "Umarım Jackie'nin hayatını korumakta, hastanede öldürülen zavallı kadına göre daha başarılı olursunuz," dedi.
Başarısızlığı yüzüne bu şekilde vurulan Brandon'ın şakağında atmaya başlayan damarı fark eden Jackie, ona fırsat vermeden, "Artık gitmeliyiz, görüşmek üzere profesör. Telefonla bağlantıda kalalım," dedikten sonra çantasını bıraktığı sehpadan alıp hızlıca kapıya doğru gitti. Yerinden kıpırdatabileceğini bilse, her an saldıracakmış gibi sert sert profesöre bakmakta olan Brandon'ı kolundan tutup çekerdi ancak bu bir kayayı yerinden oynatmaya çalışmak gibi olurdu. Arkasından geleceğini umarak kapıdan geçip dışarı çıktı.
Elbette Jackie, onu takip eden Brandon'ın, profesörün Jackie'ye karşı olan samimi tutumuna, sonra da kendisine beceriksiz muamelesi yapmasına ne kadar sinirlendiğini de, asistan Kevin Mitchell'ın Shakespeare konusundaki bilgiç ve kendini beğenmiş tavırlarından şüphelendiğini de bilmiyordu. Profesöre son kez ters bir bakış atan Brandon'ın kapıdan çıkarken aklında, yapacağı ilk iş olarak ukala asistan Kevin'ı araştırmak vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON PERDE
Mystery / Thriller"Acımasız bir seri katilin peşinde bir FBI ajanı... Katili yakalaması için belki de en büyük umudu, görgü şahidi genç ve güzel bir akademisyen... Kurbanlarını Shakespeare'in oyunlarından aldığı yöntemlerle öldürüp, tiyatro sahnelerine bırakan seri k...