11-BÖLÜM/ ✦BURAYA KADARMIŞ✦

114 52 20
                                    

Asansörün ışıkları yanıp sönmeye başladı. Kalbim normal hızından kat kat daha hızlı atıyordu. Nefes alışverişim hızlanmış, başım dönmeye başlamıştı. Bir an içimden bir ses konuştu.
Her şey buraya kadarmış.
Haklıydı galiba. Bu adamlar bizim ölmemizi ve kartları almayı istiyorlardı. Şimdi ellerine böyle bir fırsat geçmişken beni öldürmeyecek de ne yapacaklardı?
Yalın geldi aklıma. Yanında söylediklerim.
Sabah bir daha yüzünü göremeyeceğim diye nasıl korktuğumu hatırladım. Meğer göremeyecekmişim ama ölen Yalın olmayacakmış. Ben bırakacakmışım onları. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Gözlerimi açtım ve akın eden yaşlarımı geldikleri yere geri gönderdim. Asansörün kapısı yavaşça açıldı. Ürpertici, loş ve arşiv, depo kırması bir yerdi. Dört tane birbirine paralel olacak şekilde aralıklarla dizilmiş, dosyaların karman çorman olduğu metal raflar vardı. Tam asansörün hizasındaki ikisinin arasından baktığımda ise, uzakta bir ışık ve altında da bir sandalye görüyordum.
"Asansörden çık, çaylak!" Az önceki sesi duydum. Yine aynı kişi konuşuyordu.
Çıktım.
Emirlerine itaat etmeliydim. Hayatta kalmak istiyorsam, fırsat benim elime geçene kadar beni kullanmasına izin vermeliydim.
"İlerle!"
Arkamdan enseme soğuk bir şey dayandığını hissettim. Ufak da bir baskı vardı.
İşte şimdi, tam anlamıyla namlunun ucundaydım!
Namluyu enseme daha çok bastırdı. "İlerle dedim!"
İlerledim. Ortadaki iki arşivin arasından gidiyorduk. Son durakta o metal sandalye vardı. Arşiv dosyaları her rafta bir yığın oluşturmuştu. Burnuma rutubet ve yosun kokusu geliyordu. Başımı önce yere eğdim. Bazı yerlerde öbek öbek su birikintileri vardı. Ardından başımı kaldırıp arasından geçtiğimiz arşivlere baktım. Bazı dosyalar ıslanmış yeşil yeşil yosun tutmuşlardı. Bu iki kokunun kaynağı da belliydi şimdi.
Anlaşılan, uzun zamandır buraya gelen yoktu. Zamanında arşivi su basıp dosyalar kurtarılamaz hale geldiğinde burayı kendi ölümüne bırakmışlardı demek ki. O yüzdende asansörde bu katın numarası yoktu. Neden bir su basmasıyla bu katı yok etmişlerdi ki? Sanki böyle bir katın varlığını unutmak istiyorlarmış gibi... Buranın mazisi derin olmalıydı.
Sandalyeye geldiğimizde beni sırtımdan itip sandalyenin üstüne attı. Mecburen oturdum. Aslında otur dese de otururdum ya.
Solumdan başka bir kar maskeli adam daha geldi. Elinde halat vardı. Yanıma geldi. Tam o an aklımda eski bir anı canlandı.

12 Yıl Önce
Mutfaktaki sandalyelerden birini salona getirip bıraktı babam.
"Geç Melina, otur."
"Neden?" Çok soru soran bir çocuktum.
"Seninle ufak bir ders işlemeliyiz çünkü." Babamda çok zengin bir iş adamıydı. Düşmanlarından sık sık bizi öldürmekle ilgili tehditler alırdı.
"Ne dersi baba?"
Düşündü. Aklına gelen fikir onu mutlu etmiş olmalıydı ki gülümseyerek bana döndü. "Ninja dersi!"
"Ninja dersi mi?!" Heyecanlanmıştım.
"Evet!.. Gel otur hadi."
Hızla yanına gidip sandalyeye oturdum. Eline uzun bir halat aldı.
"Şimdi seni bağlayacağım en azından bağladığımı sancağım."
"O ne demek?"
"Bak şimdi..." Önümde diz çöktü. "Kollarını bağlıyorsam eğer. Omuzlarını ve kollarını kasmalısın." Dediğini kendinde gösterdi. "Aynen böyle. Hadi şimdi sen yap." Onun yaptığı gibi omuzlarımı ve kollarımı kastım. "Aferin! Fakat unutma, kötü adamlar yanından gitmedikçe vücudunu rahat bırakmamalısın. Aksi takdirde bağladıkları halat omuzlarından kayar ve onlar da ne olduğunu anlar." Dediklerini başımla onayladım. "Pekala. Şimdi ellerine geçelim." Ellerini arkasına alıp bir tekne gibi birleştirdi. "Kötü adamlar ellerini bağlarken onlara fark ettirmeden bir tekne gibi yapmalısın."
Adım adım bağlayabilecekleri her yerimi nasıl konumlandırmam gerektiğini anlatıyordu. Sıra ayaklarıma gelmişti. "Bileklerini fark ettirmeden sık ve bir 'v' harfi gibi aç."

Günümüz/ Arşiv Odası
Adam halatla kollarımı bağlamaya başladı. Omuzlarımı ve kollarımı kastım. Ellerimi arkada birleştirdi. Sıra ellerime gelmişti. Bir tekne gibi birleştirdim. Ayaklarımı da 'v' harfi gibi açıp kastım.
Her yerimi bağlamışlardı ama aslında hiçbir yerimi de bağlayamamışlardı.

Sessizce geri çekildi beni bağlayan adam. Arkasındaki eli silahlı da sadece namluyu bana doğrultuyordu. Büyük ve kapalı katta ayak sesi yankılandı. Tık tık tık tık... Gittikçe yaklaşıyordu. Sanki beş kiloluk ağır bir postal topuğunun sesine benziyordu. Önümdeki iki adam zıt yönlerde yana çekilip ortalarını açtı. Gelen adam da onlar gibi kar maskeliydi. Onunda elinde silah vardı. Gözleri hafif kısıldı. Gülümsediğini anlamıştım.

"Hoş geldin, çaylak!" Dedi. Asansörde sesini duyduğum adamdı bu ama sesi... Sesi hala değiştiriliyormuş gibiydi.

"Sesin?" Boğazındaki atkıyı çıkardı. Gırtlağına bir cihaz bağlıydı. Demek gırtlak kanseriydi.

"Şimdi..." Dedi sakince. "Ya bize kartları teslim edersin ve canını yakmadan öldürürüz ya da bize kartları vermezsin ve seninle ufak bir oyun oynarız... Açıkçası ben senin yerinde olsaydım kartları verip acısız bir şekilde ölmeyi isterdim."

Histerik bir kahkaha attın. "Büyük bir korkağım diyorsun yani?.." Gözlerimi kıstım ve başımı ona doğru uzattım. "Ben senin gibi korkak değilim!"

Yaklaştı. "Oyun oynamak istiyorsun o zaman?"

"Eğer diğer seçenek aptalca bir oyunun içindeki aptalca bir oyunsa... Evet, bunu istiyorum!"

Elindeki silahın şarjörünü boşalttı. İçine sadece bir tane mermi koyup yeniden bana döndü. "O zaman Rus Ruleti oynuyoruz. Mermi kime denk gelirse o ölüyor... Ve bilmeni isterim ki, ben bu hayatta görüp görebileceğin en şanslı adamımdır!" O kadar emindim ki sırayı sayarak mermiyi koyduğuna. "İznin varsa senden başlıyorum." Namluyu bana doğrulttu ve ateş etti.

" Namluyu bana doğrulttu ve ateş etti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Beni Instagram'dan da takip edin!

Kişisel Instagram hesabım: zeyneepballi

Bookstagram: herkitapbirpencere

KADER KARTLARI : FLUSH ROYAL [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin