San kafası karışmış bir şekilde kendini yatağa attı. Anlamıyordu.Sadece bir çocuğun, varlığıyla bile yıllardır insanların gözünde yarattığı imajı tehdit etmesini anlamıyordu.Neden her seferinde yakınlaştıklarında kalbinin yerinden çıkacak kadar hızlandığını anlamıyordu.Şimdi bile neden aklında olduğunu anlamıyordu. Anlamıyordu.
Jung Wooyoung'un çekici olduğunu kabul ediyordu.Çekici değil de,tapılası. Açık lila saçlarının büyük bukleler şeklinde bulutları andırması,kıyafetlerinin üstüne aklın alabileceği her yönden mükemmel duruşu,karanlık biri olduğuni göstermek için yaptığı siyah göz makyajının onu olduğundan daha güzel göstermesi.. siktir, Wooyoung San'ın gözlerinde tapılasıydı.
Kilit noktaysa kişiliğiydi.Birbirlerine çok zıt insanlardı.Wooyoung yapboz parçalarının birbirine kusursuz geçmesi gibi, tüm mükemmel fırtınaların karışımıydı.San genelde aklı havada, playboy ve küstahlarla ilgilenmezdi ama Wooyoung'da onu cezbeden bir şey vardı.Belki bunun sebebi, arkadaşlarının yanında ilgili ve kibar olup, etrafına soğuk olmasıydı, ya da herkesi parmağında oynatıp aslında herkese karşı ne kadar ilgisiz olmasıydı.
Yine de, ilgisini çeken bir şeyler vardı. Kesinlikle, romantik türdeb değil(pekala, daha değil) meraklı bir türdendi.Wooyoung'u kütüphanedeki kendini beğenmiş tavırlarıyla kızdırdığı gibi tanımak istiyordu.Analiz edip aklından geçenleri öğrenmek ve her şeyi önüne serip "işte ben kazandım" demek istiyordu.
San asla gerçek bir ilişki düşünmemişti.Güvensizlik ve hayal kırıklığı; bu iki onun için yeterli sebepti.Tüm sağıredici kalp atışları ve kaçamak bakışlar bir kenara, Wooyoungla geçirdiği zamandan keyif almıştı.Kendine bir kerelik kaçıp-kovalama oyununda şans vermişti ve ne olacağını merak ediyordu.
ç/n: ingilizcede "push-pull game" olarak geçiyor. Genelde tanıma/flört aşamasında gerçekleşiyor. Bir taraf flört ederken,diğer taraf daha soğuk olur. Türkçede ideal karşılığı, kaçan kovalanır.
