San'ın evine geldiklerinde ölüm sessizliği onları karşılamıştı.Wooyoung, San'ın böyle yerde nasıl sıkılmadığını merak ediyordu. Belki de o yüzden insanlarla konuşmuyordur.Sessizliği anahtar sesi bozdu ve Wooyoung'un fikirleri de havaya uçtu. San'ın kedisi yemek masasının üstünden atlayarak yanların geldi. Bir nevi eve hoşgeldiniz mesajıydı bu.San kedinin yanına oturdu ve sırtını okşamaya başladı. "Kızım, özür dilerim eve yabancı getirdiğim için, ama o çok iyi biri." San yumşak ve sessiz konuşsa da Wooyoung duyuyordu ve duyduklarından kızarmıştı.Wooyoung'un bakışlarından habersiz küçük yaratığı okşayan ve yumşak sesiyle konuşan San, çocuğun yüreğini burkmuştu.Neden her seferinde San'ım farklı tarafını keşfediyordu?
"Tanrım, üzgünüm. Burda olduğunu unuttum." ayağa kalkarak kıkırdadı. "Başlayalım mı?" Wooyoung'un cevabını beklemeden omzuna küçük masaj yaparak yerine geçti.Vakit kaybetmeden ikisi de yerine geçti.
İlk eve girdiklerindeki garip atmosfer artık yoktu. Daha rahat ve huzurluydu.Akşama doğru küçük sokak lambalarının aydınlattığı, birkaç insanın olduğu, yıldızların sanki kar taneleriymiş gibi gökyüzüne serpildiği sakin ama yenilmez hissettiren bir Noel alışverişi gibiydi.Ve ya bir sonbahar öğledensonrası sıcak hırkayla ormanda yürüyüş yaparken sapsarı yaprakların ezilme sesinin verdiği huzur gibiydi. Ev gibiydi.
"Geçen dersten neler aklında kaldı?" sessizliği adeta bir perde gibi yırttı San.Sesi kedisiyle konuştuğundan daha sertti.Wooyoung, her gün San'ın yumşak sesini ve şefkatini gördüğü için kediyi kıskanıyordu. Muhtemelen, San kediciğe sarılıyordu da ve Wooyoung o dokunuşların ve ilginin kedi değil kendisi için olması için herşeyini verirdi. Platonik olarak tabi ki.
Wooyoung yaptığı işi çok ta basit olmayan bir biçimde San'a anlattı. Buna rağmen San anlamıştı." Anlamadığın bir konu var mı?" bir çocukla konuşur gibi sakince konuşuyordu. San'ım yardımları için ona minnettar olsa da böyle konuşmasına dayanmıyordu. Kendini küçük hissediyordu ve hoşuna gittiği söylenemezdi. Oflayarak 'hayır' diye mırılandı.San Wooyoung'un sesindeki düşmanlığı hissetti ama görmezden gelerek dersi anlatmaya devam etti. Wooyoung bir japon balığının dikkat süresine sahipti ve sakince oturup evrenin kimyası saçmalıklarını dinlemekten sıkılmıştı, saçmayalan San olsa bile.Bir şeyler yapmalıydı. Ve o bir şeyler San'dı. Dikkatini dağıtmak ve özellikle konuşmasını kesmek için kolunu dürttü. San Wooyoung'un yüzüne bile bakmadan elini nazikçe itti ve devam etti. Ama malesef, Wooyoung pes eden biri değildi. Artık işe yaramayana kadar San'ım kolunu dürtmeye devam etti. Elini başının etrafına sararak oturup San'ın dikkatini dağıtmanın yollarını düşündü.Aptalca bir fikirle gözleri parladı.San'ın alttan bacağına yavaşça çarptı ve konuşmasını kestiğini ve öldürücü bakışlarını gördüğünde zaferle gülümsedi.
San da masanın altından karşılık verdiğinde, sessiz savaşta olduklarını anlamıştı ve kazanmaya niyetliydi.Wooyoung'un tekmesine bakılınca o kadar da sert değildi ama sandalyesini arkaya itecek kadar güçlüydü.Bu misillemeye Wooyoung'un şoke olmuş bakışlarını görünce gülümsedi.
Yeni hedefini, sandalyenin ayağına tekmeyi keşfetmeden önce başka bir küçük tekme daha yedi.Tahta sütuna vurmasıyla Wooyoung yumşak halının üstüne düştü.
Otuz saniye kadar güldükten sonra Wooyoung'un yara alıp almadığına bakmak için yanına çömeldi. "İyi misin, Woo?" bir anlık Wooyoung'un takma ismini kullanılmasını sevmediğini unutarak sordu. Ama Wooyoung takılmadı, sızıldanarak San'ın koluna sayısız vurmalarıyla yeniden yeri boyladı.
"Hadi, bebeğim, kalk." Wooyoung'u kaldırmaya çalışıyordu gülmeye devam ederek. Wooyoung da kıkırdadı ve hiç bir şey yokmuş gibi kalktı.Küçük bir anıdan bu kadar mutluluk ve gülüş çıkması güzeldi.Sadece ikisi birlikteyken böyleydi. Cennet gibi hissettiriyordu ve ikisinin de bunu bırakmaya niyeti yoktu.