Okula başlayalı neredeyse bir ay olmuştu. Öğrenmem gereken uzun listenin en başında, Toralı ve çetesinden uzak durmam gerektiği vardı. Herkesin ilk söylediği buydu. Özellikle Bay Pos Bıyık beni kesin bir dille uyarmıştı. Adamcağız meğer Müdür Yardımcısıymış, ismi de Tufan'mış. Tufan Hocam, canım benim, en favori adamımdı artık, beni kurtarmıştı ötesi yok.
Diğer bir konuysa, her okulda olan, genel kabul görmüş okul kuralları değildi, yazılı olmayan bir hiyerarşi silsilesi vardı. Okul kendi içinde kız ve erkek çetelere bölünmüştü. Kimseye bulaşmazsan da, birilerine ait olman gerekiyordu ki, yaşaya bilesin. Bu çetelerin en üstünde şimdilik Toralı'lar bulunuyordu. Bir de en az onlar kadar güçlü olan, Anıl'cılar vardı, hangisi daha kötüydü inanın anlaşılmıyordu ama bu iki grubun fanları resmen okulu ikiye ayırmışlardı.
Örneğin, okulun geniş kapısı sonuna kadar açıktı; Çünkü, Anıl'cılar sağdan geçerken Tora'cılar solu tercih ediyorlardı. Banklar komple tekele alınmıştı. Benim gelişi güzel olarak nitelendirdiğim banklar, meğer göremediğim zincirlerle birilerine zimmetlenmişti. Anıl'cılar asla Tora'cıların bankına oturmuyordu. Kantin tarafsız bölge olsa da, her iki çeteye ayrılmış masalar vardı ve bu masalar kimse oturmasa da hep boştu.
Sözde devlet okuluydu ama herkes maşallah para içinde yüzüyordu, bir ben vardım en ezik, meğer burası birkaç kere atılmış diğer okulların kabul etmediği zengin, sorunlu, sosyapat, manyak çocukların geldiği, okuldan hallice bir eğitim yeriydi.
Kabus gibi!
Öğretmenlerden bahsetmeyi hiç istemiyorum bile, geçmişte bir yerlerde ölmeyi başarmış ve cenaze namazları okula atandıkları gün kılınmış tiplerden tutunda, ele geçirilmiş bedenleri ile zombi gibi ortada gezinenlere, işimiz bitse de gitsek diye dolaşan kayıtsızlara kadar çok çeşitlilik arz etmekteydiler. Öğrencilerden son derece kopuklardı yada bulaşmak istemiyorlardı, artık geçerli sebep her neyse......
Bu arada iki tane arkadaş edinmiştim. Biri okul radyosunu işleten Erim'di, diğeri Melis. Aynı sırayı paylaşıyorduk ve çok iyi bir kızdı. Esmer, kısacık kıvır kıvır saçları olan neşeli, dışa dönük biriydi. Yani benim tam tersim.
Lanet olsun ki her zamanki gibi geç kalmıştım, seçmeli dersin sınıfı değiştiği için bir süre derslikte koşuşturdum ve dağılmış bir şekilde sınıfın kapısını tıklattım. 'Gel' sesi yankılanınca utana sıkıla sınıfa girdim. Tarih en sevdiğim dersti.
"Yine geç kaldın" diye serzenişte bulundu Rahmi Hoca, bana göre sevimli bir adamdı, özür dileyerek, serzenişlerini duymamaya çalıştım. Gözlerim Melis'i aradı, bana yer ayırdığını umut ediyordum. Göz göze gelince bana boş olan yanını işaret etti.
"Geç" diye homurdanan Rahmi Hoca'nın talimatıyla adımlarımı hızlandırdım. Bakışlarım Toralı ile çarpışında yüzümdeki sırıtma silindi. Kahretsin!
Geldiğimden beri onlardan kaçmaya çalışıyordum. Anlaşılan bu gün Tanrı benden yana değildi. Bozok ve Hakan Melis'in hemen arkasında, yan sırada ise Tunç ve tanımadığım bir kız oturuyordu. Yutkunarak Melis'in yanına doğru ilerlemiştim ki, Bozok'un Hakan'ın kulağına bir şeyler fısıldadığını ve Hakan'ın sırıtarak Melis'in sırasına uçtuğunu gördüm. Tek boş yer Bozok Toralı'nın yanı olmuştu şimdi. İşin tuhafı tüm sınıf bizi izliyordu, hay aksi. Benim gibi içine kapanık biri için durum hiç açıcı değildi.
Sıkıntıyla "Orası benim yerim" dedim.
"Hadi ya üstünde ismin mi yazıyor" diye tısladı.
Rahatsızca öksürdüm "Arkadaşının yanına geçebilirsin"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Masumiyet
RomantikAlaca Tekin ; Bu benim, kısacık yaşamımda bana ait olan tek ve yegane şey, ama ismim kadar karışık değilim. Bembeyaz bir bedenin içine hapsolmuş, kimsesiz, köksüz 18 yaşında küçük bir kadındım ben. Masumdum, ta ki onu görene kadar, yada o bana sahip...