Toralı
Brujeria!
Göz bebeğim, kendimi Toralı gibi değil Bozok gibi hissettiğim yaşam alanım. Karmaşık dünyamın içindeki tek stabil noktam. Var olan ve hep var olmaya devam edecek olan mekanım.
Aslında Brujeria'yı gençliğinde babam kurmuştu ama işler büyüyüp kontrol edilmesi gereken daha fazla iş ve daha fazla adam olunca burayı ben devralmıştım. Şuan İstanbul'un en gözde mekanlarından biriydi. İlk zamanlar yabancı turistleri ve babamın karanlık cebi şişkin dostları için kurulmuş olan Brujeria, kaliteli ama sıkıcı bir mekandı. Bu dedemin babam üzerindeki etkisinden de kaynaklanıyordu. Dedem öldükten sonra babama o kadar iş yığılmıştı ki Brujeria hiç bir zaman önceliği olamadı.
İşin başına geçtikten sonra bir çok şeyi değiştirmem gerekti. Brujeria artık yirmi birinci yüzyıla aitti. Sıkıcı olan tek bir kapı kulpu bile yoktu. Dans eden kızlar, insanın başını döndüren kostümler, bakımlı ve şık garsonlar, iç gıcıklayan aromatik kokular.....
Çok farklı müşteri çeşitliliğiyle, yaz kış hafta sonu hafta başı yada ortası demeden, her zaman müdavimleri olan, tutkuyla yaşayan bir mekandı. En önemlisi de benimdi, ona damgamı vurmuştum ve bu, karanlık ruhumu fazlasıyla mutlu ediyordu.
Elimdeki viski kadehini yuvarlayarak kafama diktim.
"Sessizsin" Bakışlarım son zamanlar dibimden ayrılmayan Pelinsu'ya kaydı. Buna da fazla yüz vermiştim havalara girmişti salak, kendisini benim sevgilim falan sanıyordu. Alaca'nın aksine uzun kırmızı tırnakları vardı, O genelde temiz ve küt kesim kullanırdı.
Ojeli eller tekrar harekete geçtiğinde istemsizce bacağımı kastım. Bana dokunmak için hiç bir fırsatı kaçırmıyordu, şu an bile eli kasığımla dizim arası olan bölgeyi okşuyordu. Alaca'nın aksine, o asla kendi isteğiyle bana dokunmamıştı. Aslında beni görünce daha çok kaçma eyleminde oluyordu.
Boyalı tırnaklar pantolonumun üstünden etime batarken elini yakaladım. "Yapma" dedim sıkılmış dişlerim arasından.
Bu kız canımı sıkıyordu, fazla içime düşüyordu, Alaca'nın beni cezbeden soğuk beyazlığının aksine Pelinsu fazla yılışıktı, Fazla boyalıydı, tahmin edilebilir ve sıkıcıydı. Ve kesinlikle beni heyecanlandırmıyordu. Alaca'nın aksine.
Alaca!
Son zamanlarda beni heyecanlandıran tek şey o kızdı. Beni kızdırıyordu, gülümsetiyordu, fazla tepkiseldi ve farkında değildi ama beni çok eğlendiriyordu. Zihnimi fazla meşgul ediyordu. Garip bir şekilde onu görmek istiyordum. O kızda beni sarhoş eden bir şeyler vardı. Farklıydı bir kere, bana pagan prenseslerini hatırlatıyordu, son derece dramatik bir görünüşü vardı. Oldukça naifti. Bir yanım o naifliğini yok etmek hırpalamak istiyor, diğer yanım hırpalanmışlığını sarmak korumak istiyordu. Ya o ses, o küçücük bedenden o ses nasıl yükseliyordu öyle, aklım almıyordu.
Onu istiyordum, onu yaşamak istiyordum, bir hastalık gibi tüm evrelerini yaşamak, onu tüketmek ve yoluma devam etmek istiyordum. Fakat bu beni aynı zamanda korkutuyordu, beyaz masumiyeti beni korkutuyordu, onu incitmekten korkuyordum, çünkü bu beni sarsabilirdi. Bu yüzden ondan uzak durma kararı almıştım ama zihnim sürekli ona takılıp duruyordu işte.
"Yaaa" dedi Pelinsu dikkatimi üzerine çekerek "Dans etmek istiyorum."
"Et o zaman" Dedim. Zaten umurumda değildi sadece aklımı Alaca'dan uzaklaştırmaya yarıyordu.
Sırıtarak locanın önüne geçti ve kapatmaktan çok, açıkta bıraktığı bacaklarıyla, müziğe uyumlu bir şekilde kıvrılmaya başladı. Allah için güzel kızdı ama ben hiç bir şey hissetmiyordum. Pelin bakışlarımı yakalamış ve gözleri dumanlanmıştı akabinde daha cüretkar dans etmeye başladı. Göğüslerinin altında bağladığı gömleğinin ikinci düğmesini açtığında, Eray'ın kız arkadaşı Elif "Fazla kaçırdı senin ki" dedi. Anlaşılan Pelin'in meydanda olan memeleri onu rahatsız etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Masumiyet
RomantizmAlaca Tekin ; Bu benim, kısacık yaşamımda bana ait olan tek ve yegane şey, ama ismim kadar karışık değilim. Bembeyaz bir bedenin içine hapsolmuş, kimsesiz, köksüz 18 yaşında küçük bir kadındım ben. Masumdum, ta ki onu görene kadar, yada o bana sahip...