Araç büyük bir hızla kilometreleri yutarken yapabildiğim sadece daha fazla ağlamak oldu. Öyle ki nefes alamıyordum ve canavarım ilgisizce camdan dışarı bakıyordu. Sanki beni zorla arabaya tıkan o değilmiş gibi.
"Ona teslim olmanın hesabını vereceksin bana." Dediğinden beri ağzını bıçak açmamıştı.
Uzun bir zamanı geride bıraktıktan sonra Riva/Alibahadır köyü sapağını geçip yavaşladık. Şoför sola doğru sinyal vererek geniş otoban yolundan ayrıldı. Ancak köy yolu diye tabir edilebilecek bir zeminde ilerlemeye başladık, derken keskin bir virajı daha alarak, ancak bir aracın geçebileceği genişlikteki yokuşu zahmetsizce tırmandıktan sonra, geniş demir bir kapı görüş alanımıza girdi.
Büyük siyah tüfeklerle donatılmış bir grup adam kapıyı mesken tutmuştu. Şoför camı aralayarak kulaklarımın uğultusundan duyamadığım bir şeyler geveledi ve içlerinden birinin dokunuşuyla ağır kapı gıcırdayarak açıldı.
Görünürde bina yapı hiç bir şey yoktu, sık ağaçların çevrelediği mıcır kaplı bir yolu korumak için çok fazla adam ve çok fazla silah vardı. Korumalar diye düşündüm ama onlar korumaysa, takım kıyafetli ajan kılıklı tipler neydi. Ne çeşit bir kapı görevlisinin elinde ateş edilmeye hazır duran tüfekler olurdu?
Ve bu tüfekler neyi? Kimi? Kimden koruyorlardı? Dört kişiydiler. Kapıyı korumak için dört silahlı adam!
Güneş çoktan batmıştı, bu sebeple solar lambalar çökmeye başlayan geceyi aydınlatmaya çalışıyorlardı ama ağaçlar çaresiz çabayı umursamıyor görünüyordu. Çünkü ışığın gerisi ürpertici derede karanlıktı. Tedirginlikle kımıldandım, beni burada kesseler ormana gömseler kimse bulamazdı.
Taş döşeli orman yolundan yaklaşık iki kilometre daha gittikten sonra, ışıklandırılmış oldukça gösterişli bir avluda durduk. Bakışlarım taş avlunun gerisinde ki eve kaydı. Ev dediğime bakmayın. Malikaneden hallice saray yavrusuydu. Hani sana bir milyon dolar veriyorum bu parayı bir ayda harca yarışması vardır ya, işte o parayla bu ev ancak yapılabilirdi.
Tüm siyah ceketliler, Toralı takımı ve Bozok beni beklemeye gerek görmeden arabadan indiler. Ne yapmam gerektiğini bilmediğimden öylece oturuyordum ki, Bozok inmediğimi fark edip duraksadı. Karanlıktan ifadesini seçemesem de katılaşmış çenesi ruh halinin pekte iç açıcı olmadığını ele veriyordu.
Aracın etrafında dolanarak kapımı açtı ve hiçte nazik olmayacak şekilde beni indirdi. Tutmasaydı yine yere kapaklanabilirdim. Çünkü hareket edince parçalanmış dizlerim sızladı ve acıyla inledim.
Elbette kimse umursamadı, buraya niye getirildiğimi bile bilmiyordum ama iç güdülerim kaçmam gerektiğini söylüyordu. İçimden yükselen korkuyu kontrol altına almaya çalışarak gördüklerimi zihnime not etmeye çalıştım. Kaçmam gerekirse yönümü belirlemeye ihtiyacım olacaktı.
Gerçi kaçmak şöyle dursun nefes almak için bile kalabalık görünüyordu avlu. Hatta fazla kalabalık, yazın ortasında olmamıza rağmen hepsi siyah giyinmişti, kulaklarında kıvrık kablolu kulaklıkları, konuşuyor, hatta şakalaşıyorlardı. Tuhaf olan kimse bana bakmıyordu hatta içlerinde başlarını çevirenler bile vardı. Sanki aşağılık bir şeymişim gibi. Burada hiç yokmuşum gibi.
Derken çift taraflı büyük ahşap kapı açıldı, ellili yaşlarında gösteren, kır saçları geriye doğru muntazamca yatırılmış, füme rengi keten pantolon ceket giymiş, bıyıklı biri kapıda belirdi.
Korumalara bakıp "Ortalıkta görünmeyin, daha fazla size ihtiyaç olmayacak " dedi bir baş hareketi ile, "Siz de gençler istiridye salonuna geçin, bu gün ev biraz hareketli."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Masumiyet
RomanceAlaca Tekin ; Bu benim, kısacık yaşamımda bana ait olan tek ve yegane şey, ama ismim kadar karışık değilim. Bembeyaz bir bedenin içine hapsolmuş, kimsesiz, köksüz 18 yaşında küçük bir kadındım ben. Masumdum, ta ki onu görene kadar, yada o bana sahip...