İşleri kızıştırmaya var mısınız?
Uzun mısır tarlalarının arasından geçip gittik. Tarlalarda çalışan insan köleler, onları denetleyen vampirler bize şaşırarak baktılar. Ağır yaralı ilk kan bir soylu ve arkasında her halinden avcı olduğu belli olan bir insan. Her gün görülen bir ikili değildi.
Atlar ile yaklaşık yarım gün yol gittikten sonra vampirlerden bir kez daha tiksindim. Yanından geçip gittiğimiz her şehir, her kasaba açlık ve sefalet içinde kırılan insanlarla dolup taşmıştı. Gaia'ya yaklaştığımızda ise görüntü pek farklı değildi.
Sokakta pislik içinde kıvrılan insanlar yoktu. Vampilerin tasma takıp gezdirdiği, yüklerini taşıttıkları ve eğlence adı altında rezil edildiği bir düzen vardı. Aşağılanma, hor görülme ve yok sayılmak insanların tek özellikleri gibi vampirler için sadece birer oyuncak gözündeydik. Bir kraliyet atı üstünde insan gören vampirlerin bakışları ile önüme döndüm. Gözlerinde ki nefret elimi uzatsam tutabileceğim kadar netti.
Merkez şehir olan Gaia'nın taş sokaklarında nal sesleri yankılanıyor, vampirler, köleler, hamallar hızla geri çekiliyordu. Beyaz zırhı kan içinde ki Alegro ve tek bir sıyrık almamış ben. Önümde ki adamdan daha dik ve daha gururlu duruşum dikkat çekiyordu. Bir insanın, sahibinin gözlerine bakması bile yasakken, ben ara sıra düşmemesi için Alegro'yu tutuyor ve azarlıyordum. Bir soylu için fazla güçsüz.
Taş surları geçerek saray sınırlarına girdik. Elbiselerini savurarak yürüyen kadınlar, yanlarından geçen erkeklerin zarif selamları ve ufak çocukların bile üstüne çökmüş ağırbaşlılık midemi bulandırdı. Sadece bir sur ötede dört ayak üzerinde yürümeye zorlanan insanlar ve rezillik varken burada hiç bir şey yokmuş gibi zerafet hakimdi. Vampirler görüp görebileceğiniz en iki yüzlü yaratıklardı.
Sarayın çevresinden surlarına kadar lüks evler, tüccarlar ve hanlar her yerdeydi. Bu kadar lüks ve şatafatın arasında, insan köleler daha temiz ve daha iyi görünürdü.
Saray kaymak taşı mermerleri ile her güneş ışığında bir kristal gibi parlıyor ve kuleleri göğü deliyordu. Taşların içine gömülü altın tozları sarayı olduğundan da fazla gösterişli kılıyordu. Attan inip Alegro'nun da inmesini sağladıktan sonra birden etrafım sarıldı. Saraydan çıkan onlarca asker kılıç ve mızraklarını bana doğrulturken sakin kaldım. Düşmemesi için belinden tuttuğum adamı işaret ettim.
"Bu adama orman yolunda saldırıya uğrarken denk geldim ve kurtardım. Bana varis olduğunu söylediği içinde buraya getirdim. Şimdi indirin o silahları!" Öfkemi tutamayarak bağırdım. Anlık olarak silahları düşer gibi olsa da Alegro'ya baktı hepsi. Onun ise artık mecali kalmadı ve kollarıma düştü. Üstüm kan olurken ofladım. Bir elimi bacaklarının altından geçirip onu yan bir şekilde kucağımda tuttum.
"Prensinizin ölmesini istemiyorsanız geri çekilin ve bir doktor çağırın." Kararsız duran vampirler ile tepem attı.
"Hemen!" Sesim gök gürlemesi gibi çıktığında hızla yolumu açtılar. Güneş ile ısınmış mermer merdivenleri aşıp bir devin bile rahatlıkla sığabileceği devasa kapılardan geçtim. Bir kadın hızla yanıma geldi.
"Onu hemen bu tarafa getirin efendi." O kadar telaşlıydı ki insan olduğumu bile unutarak bana efendi dedi. Kızıl saçlı kadını takip ederek yerlerine mozaik sanatının işlendiği geniş bir odaya geçtim. Tülden yüksek bir yatak, işlemeli ahşap bir masa ve bir çok kitabın raflarda yer edindiği odaya bir göz gezdirdim. Yatağın hemen karşısında ki renkli pencere ile odaya gök kuşağının parçaları düşmüş gibiydi.
Alegro'yu yatağa bırakıp solda ki kitaplığa sırtımı dayadım ve kollarımı önümde bağladım. Her ne kadar burada durmak istemesem bile o kendine gelmeden can güvenliğim yoktu. Bir saray dolusu vampiri öldürmek ise biraz zordu. Derin bir nefes alıp kadının çağırdığı doktoru izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vampir Hançeri
VampireSoğuk teni yüzünden sert olmasını beklediğim cildi gerçek olamayacak kadar yumuşaktı. Ellerimin arasında can verecek olan adamın gözlerinin içine baktım. Gördüğüm şey ise geri adım atmama yetmişti.