7.Bölüm

103 80 3
                                    


Hafiften yağmur çiseliyordu. Alnına düşen yağmur taneleri ruhunun derinliklerinde onu bekleyen anıların tarifi gibiydi. Anılar onu annesinin ölümüne, en acı gününe götürüyordu.

İlk defa yaşamına son vermek istediği ama o uyku haplarının etki gösterip, kardeşi Ecrin' in onu yatakta hareketsiz ve nefesinin onun yanağına dokunmadığını hissedip çığlık atmasıyla son bulmuştu hayata ilk veda girişimi.

Ve daha sonra peşini hiç bırakmayan özel güçleri ona hayata tutunmayı öğretmişti. Sadece onun dertlerim yoktu bu dünyada. Dertler herkesin peşine düşüp yakalarını bırakmıyordu. Geçmişten geleceğe kadar herkesin en büyük derdi, dertlerine derman aramaktı.

Annesinin vefatından sonra babası kendini tamamen işe vurmuştu. Onlarla oyunlar oynayan, tüm vaktini onlarla geçiren adam gitmiş  yerini işkolik  sorumsuz  bir baba almıştı. Bu dünyada sunabileceği maddi her şeyi sunmuş, manevi her şeyden yoksun bırakmıştı.

Hayata karşı olumlu bakmaya çalıştığı bu birkaç yılda, şimdi hala daha kaçıncı yüzyılda olduklarını bilmedikleri  ve aslında  yılın hiçbir öneminin olmadığı alternatif paralel bir geçmiştelerdi.

Ve bu zamana kadar kalbinin kapılarını hiçbir erkeğe açmayan Duru, bir şeyler hissettiğine  emin olduğu Buğra ile rasathaneye doğru yürürken en arkadan yavaş yavaş yürüyerek böylece birlikte daha çok zaman geçireceklerini düşünüyordu. Kızlar önden yürürken Buğra en arkadan ne taraftan gideceklerini tarif ediyordu. Karanlık yolda yağmur damlalarını vücudunda hissettiği bu gece, hatıraları Duru'yu üzmüyordu. Aksine buraya gelmelerinin bir amacı olduğunu hatırlatıyordu.

Rasathaneye ulaşmış, Sirius yıldızı olduğunu tahmin ettikleri  takımyıldızını seçmişlerdi. Bu takımyıldızı Sirius A, B ve C den oluşuyordu. Gerçekten o kadar parlaktı ki, ihtişamına tapılır, ona şiirler hikayeler yazılırdı.

Güzel bir sohbetin ardından biraz yürümek istediği için dışarı attığı adımlarının arkasından biri daha geliyordu. Duru adım attıkça onunla aynı anda adımlar atan ama yanına gelmeyen kişiydi.

Bir süre ard arda yürüyüş yapmış, sonra dayanamayıp arkasını dönmüştü Duru.

"Niye yanımdan yürümüyorsun?"

"Rahatsız etmek istemedim seni, yalnız gitmene de içim el vermedi. "

"Herkese bu kadar nazik ve düşünceli misin?" Artık dönüşü yoktu belli ki bu konuşmanın, hissettiklerini söyleyecekti. Sadece susuyordu. Cevap vermeyecek miydi? Nezaketten de olsa itirafını dinlemesi gerekmiyor muydu?

Ama Buğra Duru'nun itirafına odaklanamıştı çünkü gördüğü şey buna izin vermiyordu. 

"Duru, bunu konuşacağız. Şu anda gördüğün şeyden sonra belki de bunun hiçbir önemi kalmayacak. Şimdi yavaşça dön ve arkana bak. " 

Karanlık gökyüzü ile beraber yürüdükleri patikada karşılarına, kilometrelerce uzaktan görebilecekleri parlaklıkta ama yürürken asla göremedikleri felsefe taşını bulmuşlardı.

Belli ki bu taş, gerçekten kendiliğinden görünür hale geliyordu. Nerede ve ne zaman ortaya çıkabileceği tam bir muammaydı. Ama nasıl bir tesadüftü ki (!) denk gelmişlerdi bu ana. 

Taşı bulduklarını haber vermeye gitmeleri gerektiğini biliyorlardı ama kızların yanına gittiklerinde taş burada böyle kalacak değildi. Öylecek kalsa bile kaybolacak diye korkmuşlardı. Ama dokunmaya da korkuyorlardı. Birisi haber vermeye gitmeli birisi de burada kalmalıydı. Buğra'yı taşın yanında bırakıp  Duru koşar adımlarla kızların yanına geldi. Olanlara inanamıyordu. Tesadüfi bir şekilde bu taşa ulaşabilmişlerdi. 

Her şey çok hızlı ilerlemişti. Rasathaneye vardığında nefes nefeseydi. Yukarı doğru çıktığı merdivenler üstüne üstüne geliyor, hiç bitmeyecek bir döngüymüşçesine onu zorluyordu.

Vardığında yere uzanmış Ecrin ve Özge, onu görünce endişelenip hemen ayağa kalkmışlardı. Konuşamıyor çünkü nefes alamıyordu. Neyse ki güzeller güzeli kardeşinin özel gücü imdadına yetişmişti. Özge'nin ve Duru'nun kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başlamıştı aşağıya. Yürürken Özgeye olanları anlatıp  bütün yükten kurtarmıştı kardeşini.

Aklından binbir türlü düşünce geçiyordu. Ya Buğra'yı burada bırakmak zorunda kalırsa? 
Hiç istemediği kadar huzursuzdu. Son düşünmesi gereken şey buydu. Adımlarını hızlandırdıkları bu son saniyelerde kalbi ağzında atıyordu.

Yine çok uzaklardan ışığından gözleri kamaşması gereken taşın ışıltısından eser yoktu. Yaklaştı içlerini bir korku kapladı. Az önce Buğra ve taşın bulunduğu yerde ne Buğra vardı ne de taş. Duru şaşkınlıktan ağzını kapatamaz haldeyken kızlar da ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. 

Yanlış yere mi getirmişti kızları? Yoksa olabilecek son şey Buğra taşı alıp gitmiş miydi? Aklının sınırlarını zorlayan bu olay, onların özel güçlerinden bile daha olağandışıydı.

Birbirlerine şaşkın şaşkın bakarken ne yapacaklarını soruyorlardı gözleriyle. 

Duru Buğra'yı kaybettiği için üzülürken bir yandan da bu büyüsünden çıkamadıkları olayı idrak etmeye çalışıyordu. Bir açıklaması vardı herhalde bu olayın ama bu konu hakkında zerre kadar bilgisi yoktu. Buğra sanki hiç var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu taş ile beraber. 

Bu üç arkadaş hissiz bir şekilde rasathaneye dönerken düşündükleri birkaç ihtimali konuşmaya başlamışlardı. Bunlardan en mantıklı olanı ise Buğra'nın taşa dokunarak zamanda bir yarık açmış olabileceğiydi. Özge ise ondan daha mantıklı bir fikir ile gelmişti. Sonuçta babası onları bu tür spiritüel hikayelerle donatmıştı. 

Buğra bu taş ile zamanda bir yolculuğa çıkmıştı. Konuştukları son teorilerden biri felsefe taşı diye adlandırdıkları bu güç payesinin zamanda yolculuk yapmaya yaradığıydı. Özge'nin sanki olan biten her şeyden haberi var gibiydi. Taşın ismini bile onlara o söylemişti hem de hiç tereddüt etmeden. 

 Ama nasıl yapmıştı bunu Buğra? Buğra'nın ne özel gücü vardı ne de böyle bir şeyi yapabilecek bilgisi? Bilgi... Buğra taşlar hakkında bir eğitim almıştı. Yoksa zaten tek amacı bu taşı bulup istediğini almak mıydı?

Hissettiği, hissettiklerini sandığı aralarındaki bu çekim yalan mıydı?  Buğra'yı düşünürken bir çekiçle vurur gibi vurmuştu Ecrin koluma. Düşüncelerini okuması gerekmeden bile anlayabilirdi bu halinin sebebini. Haklıydı, düşünmesi gereken felsefe taşıydı. Adını bile birkaç dakika önce öğrenmişti. Özge'ye de artık tamamen güvenemezdi. Bildiklerini onlardan saklıyor gibiydi. 

Eğer  bir canlı olarak insanların paralel evrenlerde bir kopyası var ise bu taşın da bir kopyası olmalıydı. Ama bu paralel geçmişteki taşı Buğra kullanmıştı. 

Duru'nun aklına bambaşka bir fikir gelmişti ve bu fikir çok çılgınca ve fazla teorikti. Paralel evrenler bile iç içe geçebilirdi bu nedenle. Rüya içinde rüya görmek istiyordu. Ama bu sefer geçmişe değil geleceğe gitmeye çalışacaktı. Sonuçta burası bir paralel evrendi. Teorik olarak gelecekte bir rüya görmeye çalışacaktı, Özge de rüyasına misafir olacaktı. Ecrin ise buraya geldiği gibi ona dokunarak elini tutarak onlara katılacaktı.

Aklındaki bu fikir onları  koskoca bir arafa sokabilir, varlıklarını hiçleştirebilirdi. Başka bir şansları var mıydı? Bu tarihte bu insanlarla yaşayabilirler miydi? Felsefe taşını düşünmeden bir günleri dahi geçmeyecekti.

Başka bir paralel evrende görüşmek üzere...

Duru'nun itirafının yarım kalmasına üzüldünüz mü?

Sizce geçmişe mi gidecekler geleceğe mi?

Sizce taşı nasıl bulabilirler ve hayal gücünüze göre taşın şekli nasıl?

Sirius-Felsefe TaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin