İnsanlar hayatları boyunca hep bir şeylere bağlanırlar. Arkadaşlara, sevgililere ve hatta eşyalara. Ama ben hiç böyle bir şey yaşamadım. Etrafımdaki hiçbir şey tutkuyla bağlanacağım kadar ilgimi çekmedi. Asla birine tutkuyla bakmadım, asla bir şey için tutkuyla çalışmadım.
Bazen neden böyle olduğumu sorguluyorum. Benim diğer insanlardan farkım neydi? Onların önemsedikleri şeyleri ben niye önemseyemiyordum? Neden biri üzüldüğünde üzülemiyordum? Bendeki sorun neydi?
Bu soruların cevaplarını hala bulamadım. Bulmak için çaba da göstermedim, belki de istemedim. Çünkü eğer sorunuma çözüm bulursam bende bir şeylere bağlanırdım. Bağlanmak demek kaybetmek demektir, bu hayatta her şeyin bir sonu vardı çünkü. Mutlu bir anın, yediğiniz bir dondurmanın, çok sevdiğiniz bir insanın. Hepsinin, herkesin bir sonu vardı. Ama ben bunları istemiyorum. Bağlandığımız bir şeyi kaybetmek, bir şeye bağlanmaktan daha korkutucu geliyor gözüme.
Bu yüzden de asla çabalamadım. Hayatım boyunca hep ortalama biri oldum. Derslerim ortalamaydı; arkadaşlarım, kıyafetlerim, duygularım da öyle.
Bunun ne zamana kadar böyle süreceğini merak ediyorum ama. Yoksa hayatımın sonuna kadar ortalama mı kalacağım? Böyle bir şeyi istemem, herkesin bir patlama noktası olduğunu düşünüyorum çünkü. Eğer öyle bir çıkış yaşamazsam kendime insan diyebilir miyim ki?
Kime insan denir ki?
''Hey!''
Zeynep sesleniyor ama cevap vermek istemiyorum. Beni kendi halime bırakamaz mı ki? Çünkü bir kere konuşmaya başlayınca asla bırakmıyor yakanı. Ah, bu kızı sevmiyorum.
''Hey! Sana sesleniyorum Ece! Daldın gittin yine ya'' diye bağırdı Zeynep, yine.
Peşimi bırakmayacağını anlayınca cevap vermek zorunda kaldım.
''Efendim Zeynep?''
Elindeki deterjan kutusunu masanın üstüne bırakırken,
''Ya ben seni hiç anlamıyorum. İnsan az konuşur ama biz ağzından cımbızla laf alabiliyoruz. Yoksa bizimle konuşmak mı istemiyorsun?''
Bingo!
''Altı aydır beraberiz ama hala beni evine davet etmedin. Benim davetlerimi de kabul etmedin. Arkadaşız zannetmiştim.''
Değiliz.
''Neyse sen onu boş ver de geçen sana anlattığım adamı hatırlıyor musun? Yeni bir paylaşım yapmış sabah, feci düştüm yine ya! Sen de takip etsene, çok yakışıklı.''
Az önce dediğim gibi; Zeynep çok konuşuyordu ve bir kez başladı mı durmak bilmiyordu. Araya girmem gerekliydi.
''Bana bunu demek için mi seslenmiştin?'' dedim yavaşça ama duyduğundan emin değildim çünkü tam o sırada bana o adamın fotoğrafını göstermeye çalışıyordu.
''Ha?'' dedi ilk başta ama neyse ki sonradan devam etti. ''Molan bitti ya onu diyecektim. Benim vaktimden yiyorsun şu an.''
Oturduğum sandalyeden kalkarken,
''Sağ ol.'' Dedim. ''Pardon bu arada, zamanını yedim. Yarın benimkinden 5 dakika alabilirsin.'' Diye ekledim, insanlara borçlu kalmayı sevmiyordum.
''Sağ ol ya.'' Dedi sandalyeye otururken, hala telefona bakıyordu.
Üniversitede boktan bir bölüm okumuştum. Yine ortalama notlarla mezun olup beş ay boyunca bölümle ilgili meslek aradım ama en sonunda lokal bir markette çalışmaya başladım. Çalışma saatleri çok, maaşı ise azdı ve daha da kötüsü çalışanların hepsi tahammül edemediğim insanlardı. Ama annemin bana söylediği sözleri dinledim.
''İnsan azmanı gibi davranma. Biraz daha insan içine karış, arkadaşlar edin, daha çok konuş. Kendini daha iyi hissedeceksin, eminim.''
Denedim. Ama hepsi birer rolün ötesine geçemedi. Ben de rol yapmaya başladım, daha çok ve daha çok rol yaptım.
Depodan çıkıp markete girdim. Az müşteri vardı, hava çoktan kararmıştı bile. Kasada duran bir arkadaş vardı, ben de etrafı düzenlemeye karar verdim. Sıraları bozulmuş ürünleri geri dizdim, yarın için ürünleri hazırladım. Kapanma vaktine kadar işler bu şekilde devam etti.
Kapanma vakti geldiğinde patron bizi yanına çağırdı. Doğru ya, bugün maaş alacaktık. Bunu tamamen unutmuştum. Zarflara koyduğu paraları verdi bize, teknoloji çağındaydık artık herkes bu işleri banka ile hallediyordu ama geri kafalı patronumuz hala eski usul ile veriyordu paraları.
''Aptal.'' Dedim içimden.
Dükkânı kilitleyip birbirimize güle güle dedik. Ben de dedim.
Karanlık sokaklarda hızla yürümeye başladım. Evim çok uzakta değildi ama oturduğum semt tekin sayılmazdı. Daha geçen gün evine gitmeye çalışan bir adamı bıçaklamışlardı, bu yüzden yanımda küçük bir çakı taşımaya başlamıştım. Başımıza ne gelebileceğini bilmediğimiz bu dünya için oldukça küçük hatta önemsiz bir önlemdi.
Sonbahar soğuğu yüzüme vuruyordu, atkımı biraz daha yukarı çektim. Sadece bir tane sokak lambasının çalıştığı sokağa girdiğimde beni yerime çakan bir sesle karşılaştım.
Bir ses, yardım isteyen bir ses.
İlerideki ara sokaktan geliyordu. Sokak karanlıktı ve ben çok uzaktım, neler olduğunu anlayamadım. Adımlarımı yavaşlattım, sessizce sese doğru ilerledim.
''Ne yapacaksın ki?'' dedi içimden bir ses, duymazdan geldim.
Ara sokağa girmeden duvara sakladım ve çaktırmadan baktım. Karşılaştığım sahne tam olarak beklediğim gibiydi.
İki iri yarı adam ve onların tam karşısında, yere çökmüş bir haldeki başka bir adam. Adamların ikisi de takım elbise giyiyordu, duruşları bile aynıydı. Kimdi bu adamlar, mafya mı?
Yerdeki adam onlardan farklı giyinmişti. Üzerinde ince bir kazak ve kot pantolon vardı. Böylesine soğuk bir havada sadece kazakla mı dışarı çıkmıştı?
Sonra onu fark ettim. Adamın karnını tuttuğunu. Karnından yere damlayan kan damlalarını. Yüzündeki yeni oluşan morlukları, patlamış dudağını, saçlarından akan kanları. Diğer elini tutuşu garipti, kırık mıydı?
Diğer adamların yüzüne baktığımda onların da kan içinde olduğunu gördüm. Bu adam mı yapmıştı? Neler oluyordu?
Yerdeki adam nefesini düzenlemeye çalıştı ve ardından gözlerini adamlara dikti.
''Yolun sonu, ha?'' dedi. Sesi çatlak geliyordu, akciğerleri de mi yaralanmıştı?
Diğer adamlardan sarı saçlı olanı,
''Aynen öyle. Daha fazla zorluk çıkartma da biz de evimize gidelim artık. Senin için tek seçeneğin ölüm olduğunu anlamışsındır umarım.'' Dedi ve güldü. Evet, güldü.
Ardından elindeki tabancayı kaldırdı. Elinde tabanca mı vardı?
Yerdeki adamın başına doğrulttuğunda içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Kendime duygusuz demiştim ama şu durumdayken zihnimde kıyametler kopuyordu. Karşımda biri mi öldürecekti? Buna izin veremezdim, kendimi nasıl affederdim? İnsanları sevmezdim ama bu onların ölmesini istediğim anlamına gelmiyordu.
Bir anlık adrenalinle çantamdaki çakıyı aldım ve ara sokağa girdim. Ardından hızla iri yarı adama doğru koştum.
Elimdeki çakıyı adamın koluna sapladım.
Ben ne bok yiyordum?
---
Yıllar sonra, öylesine aklıma gelen bir hikayeyi paylaşmaya karar verdim. Devam eder miyim bilmem ama şu ana kadar yazdıklarım hoşuma gitti. Umarım siz de beğenirsiniz.