Gerçek Şeytan 9

4 0 0
                                    

   Carrie, günlüğün neredeyse tamamını okumuştu. Angelina'nın günleri hep annesinin şiddeti, akşam olup babasını camda beklediği günlerden ibaretti. Kız başına ne gelirse, ne düşünürse yazmıştı. 

'' 13 TEMMUZ PAZAR 1997,

Yarın doğum günüm. On iki yaşıma gireceğim. Geçen sene doğum günümde babam elinde bir pastayla odama girip sürpriz yapmıştı. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Eğer yürüyebilseydim, okuldaki arkadaşlarımı davet ettiğim bir parti yapmak isterdim ama hiç arkadaşım yok. Günümün nasıl geçtiğini yazmam gerekirse aynıydı. Sabah uyandığımda annemin geçen sene söylediği gibi ''seni dünyaya getirdiğim gün cehennemi yaşamaya başladım'' demesini duymak kırıcı olacak olsa da yine de uyuyup akşam olunca babamın ''iyi ki doğdun, iyi ki hayatımıza girdin'' demesini bekleyeceğim. İyi geceler bunu asla okumayacak kişi.''

 Carrie, günlüğün sayfasını çevirdi. Gözleri yaşarmıştı. Okumaya dayanamadığı bu dehşet anlarını hiç tanımadığı ufak bir çocuk yaşamıştı. O an angelina'yı kızı yerine koydu. Eğer kızı o olsaydı, onu çok sevip hep yanında olurdu. Sayfayı çevirdiğinde günlüğün geri kalanının boş olduğunu gördü. Angelina artık bir şey yazmamıştı. Doğum gününde yaşadıklarını yazmamasına şaşırdı çünkü günleri hep dört duvarın arasında geçip tekrar etse de sürekli bir şeyler yazıp, hayallerinden bahsetmişti. Günlüğü kapatıp, koridora çıktığında yerleri silen temizlik görevlisinden hemşire patricia'yı odasına göndermesini istedi. Odasına dönüp, masasına oturduğunda pencereden kararmaya başlayan gökyüzünü izlerken kapısı çaldı. Hemşire patricia'nın geldiğini anlayarak girmesini söyledi. Karşısında ki saçları beyazlaşmış, yaşlı kadına oturmasını rica ederek konuya girdi. ''Hemşire Patricia, siz yıllardır bu hastane de çalışıyorsunuz. Andersonlar hakkınızda bir bilginiz var mı? Ben şu anda onların ölmeden önce oturdukları evde yaşıyorum ve bazı duyduğum şeylerin gerçekliğini merak ediyorum. Sanırım bay anderson doktormuş. Yakınlar da tek hastane burası olduğu için burada çalışmıştır herhalde.'' dedi. Hemşire patricia gerildi ve ''Bay anderson burada çalıştı. Frank Anderson...çok iyi biriydi. Hastanede ki herkesle çok iyi anlaşırdı. Sürekli kızından bahsederdi. Kızının ismini tam hatırlayamıyorum ama...doğum gününde ölmüştü. Bay anderson daha sonra dayanmayıp eşiyle intihar etti. Hayat acımasız bayan miller.'' dedi. Carrie, angelina'nın doğum gününde öldüğünü duyunca şaşkınlık geçirdi. Ölmek için çok kötü bir gündü. ''Niye öldüğünü biliyor musunuz?'' diye sordu. Hemşire, hatırlamak için sabit bir yere baktı. Çok uzun yıllar geçmişti. ''Bayan carrie, üzerinden neredeyse 20 yıldan fazla bir zaman geçti emin değilim ama sanırım karanlıkta merdivenleri görmemiş ve tekerlekli sandalyesi ile yuvarlanmıştı. Bay anderson'u hatırlıyorum o zamanlar...kızı ölünce kendine gelememişti. Yerlerinde mutlu olsunlar.'' dedi. ''Bay anderson'un eşini hatırlıyor musunuz? diye sordu carrie. Hemşire '' Onu neredeyse hiç tanıyamadım. Sadece ölünce cansız bedenini görmüştüm. Bildiğim kadarıyla pek evinden çıkmayan bir kadındı.'' dedi. Carrie, başını sallayarak ''Peki, andersonlar'dan sonra o evde ölen bayan brown hakkında bir bilginiz var mı?'' diye sordu. Kadın hemen cevap verdi ''Bayan brown'u tanırdım. Bir kaç kere hastanelik olmuştu. Yaşlılıktan tabii. Sonra düşüp, kafasını vurunca beyin kanaması geçirerek öldü. O evde çok yaşayamadı.'' dedi. ''Ev andersonlar'dan sonra yaklaşık kaç yıl boş kaldığını hatırlıyor musunuz? diye sordu carrie. Hemşire, biraz düşünerek ''Sanırım...beş yıl falan. Burası küçük yer olduğu için ölen bir ailenin evine yeni birileri taşınınca hemen haber olmuştu. Ah eski günler...şimdi burada kalan eski komşular yavaş yavaş göçüyor, benim de zamanım yaklaşıyor.'' dedi. Carrie, hemşireye gülümseyerek ''Öyle demeyin lütfen, siz hala gençsiniz. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Çıkabilirsiniz.'' dedi. Hemşire rica ederek yerinden kalktı ve odadan çıktı. Carrie, buz gibi olmuş kahvesini eline alarak, pencereden dışarıyı izlemeye başladı.

 Jade, sevgilisinin motorundan inip, yanağına bir öpücük kondurdu. ''Joseph, gelmek ister misin? Bir şeyler atıştırırız.'' dedi. Çocuk gülümseyerek bu teklifi beklermiş gibi motoru durdurdu ve sevgilisinin arkasından yürümeye başladı. Bıraktığı köpeğin başını sevdikten sonra eve girdiler. Jade mutfağa yiyecek hazırlamak için girdiği sırada çocuk ellerini yıkamak için yukarı çıkmaya başladı. 

 Carrie, yapacağı market alışverişi için hastaneden çıkarak arabasına atlayıp, markete doğru sürmeye başladı. Jade'i aramak için çantasından telefonunu alacağı sırada telefonunu hastane de unuttuğunu fark etti.

 ''Joseph, neredesin?'' diye seslendi jade. Mutfakta hazırladığı sandviçleri salona götürürken sevgilisini görememişti. Lavabo da olduğunu düşünerek çağırmak için yukarı çıkarken bahçede köpeğin havladığını duydu. Bir sorun olduğunu düşünerek bahçeye çıktığında köpek odasının camına bakarak havlıyordu. Jade, ne sorun olduğunu anlamayarak, köpeğin başını okşayıp, sakinleştirmek için yaklaşacağı sırada köpek hırlayarak jade'i kendisinden uzaklaştırdı. Jade, korkarak eve girdi ve sevgilisine seslendi. Joseph'i bir türlü bulamamıştı. Odasına girdiği sırada sevgilisinin yerde baygın şekilde yattığını gördü. Panikle çocuğun yanına koştuğu sırada odanın kapısı kapandı. Arkasını döndüğünde cedric ve küçük bir kız yan yana durarak ona bakıyordu. Korkuyla çığlık atarak camı açmaya çalıştığı sırada kız gülümsedi. ''Kaçmaya mı çalışacaksın?'' dedi cedric. Jade ağlayarak ''Cedric... sen nasıl burada olabilirsin? Ne oluyor tanrım?'' diyerek camı kırmak için sandalyesini aldığı sırada kız bir hareketiyle sandalyeyi duvara vurdu. ''Sen kimsin? Bu kötü bir kabus olmalı. Ne oluyor? Joseph'e ne oldu? '' diye bağırdı jade. Kız, yerde baygın yatan çocuğa yaklaşarak ''Ben Angelina anderson. Seninle tanışacağımız o gece ucuz kurtuldun. Polisler gelmese beni tanıyacaktın. Bu çocuk sevgilin mi? Pek yakışıklıymış ama benim karnım aç.'' dedi ve uzun tırnaklarını çocuğun göğsünü batırarak açtı. Açılan göğüs kafesiyle, yerde biriken kan gölü de büyüyordu. Jade kusmamak için ağzını kapadı. Angelina; ''Cedric, bu tatlı çocuğu yemek ister misin?'' diye sordu. Cedric, gözlerini ablasına kenetlemişti. ''Sen başla angelina. Benim yemeğim daha lezzetli.'' diyerek karşısında korkuyla duran ablasına yaklaşmaya başladı. Jade, kardeşinin ona yaklaşmasıyla ''Yaklaşma, canavar.'' diye bağırdı. Angelina ise joseph'in kalbini söküp, eline alarak iştahla yemeye başlamıştı. Cedric ''Canavar ben miyim? Beni göz göre göre ölüme yollayan sen canavar değil misin? Cezanı çekeceksin, benim öldüğümden daha beter öleceksin, canavar.'' diyerek ablasına yaklaşarak onun uzun kahverengi saçlarını tuttu, kız çırpınmaya çalıştıkça kardeşi, saçlarını daha sıkı tutarak onu yere yatırdı . Cedric, ağzını açarak jade'in burnunu koparacağı sırada jade, kabusundan çığlık atarak uyandı.

 Carrie, telefonunu odasından alıp asansöre bindiğinde kabinde tek başınaydı. Telefonunun bildirimlerini kontrol ederken asansörün ışıkları kesildi ve sallandı. Carrie, asansörün sallanmasıyla yere düştü. Kafasını çarpmıştı. Başını kaldırdığında önünde uzun boylu, ona dönük olmayan bir adam dikiliyordu. Hemen yerden kalkıp, omzuna dokunacağı sırada asansör durdu. Kapı açıldığında, doktor asansörden inmedi. İçeri, hemşire patricia girdi. Yüzünün mimiklerinden ve sesinden onu hemen tanıdı. Çok genç ve güzeldi. Hemşire patricia ve adam sohbet etmeye başladılar. ''Merhaba, bay anderson.'' dedi hemşire. ''Merhaba, nasılsınız?'' diye sordu adam. Carrie, şaşırdı. Şu anda kendi yaşadığı evrende değildi. Bay anderson'un hastane de çalıştığı dönemdeydi. Hemşire cevap verdi '' İyiyim, teşekkür ederim. Mesainiz bitti sanırım? Eve mi gidiyorsunuz? Bay anderson ''Evet, bugün kızımın doğum günü. Pasta alıp eve geçeceğim.'' dedi. Hemşire gülümseyerek ''Umarım uzun yıllar beraber olursunuz. Ah, asansör benim katıma geldi size iyi akşamlar doktor anderson.'' diyerek koridora çıktı. Bay anderson, hemşireye gülümsedikten sonra kendi katına inmek için asansörün çalışmasını bekledi. Carrie, bu yaşadıklarına inanamıyordu. Onu kimse göremiyor ve hissedemiyordu. Tam şu an yirmi dört yıl öncesinde gelmişti. Asansör, bir kat aşağı indikten sonra durarak açıldı. Bay anderson, asansörden inerek hastaneden çıkmak için otopark kapısına yöneldi. Asansör, kapandığında carrie, içerideydi. Kapıları kapandıktan sonra büyük bir hızla yukarı çıkmaya başlayan asansör'ün ışıkları gidip geldi ve sallandıktan sonra durdu. Carrie, dengesini kaybedip düştüğünde odasının bulunduğu dördüncü kattaydı. Carrie, ayağa kalktığında asansör normal hızında aşağı inmeye başladı. Giriş katında duran asansörden inen carrie, etrafına bakındığında normal yaşadığı döneme dönmüştü.

Karanlığa Çağıran SesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin