"Hazırlan," dedi Efendi daha eve yeni gelmiş olmasına rağmen. Bilgisayarını kapatıp ayağa kalktı.
Ali'de hemen Efendi'nin arkasından ayağa kalktı. "Nereye gidiyoruz?" Merak etse de her zamanki gibi yüzünde bunu gösterecek en ufak ifade yoktu. Şaşırmıştı çünkü Efendi genelde tek başına çıkar Ali'yi götürmezdi.
"Bir arkadaşımla yemek yiyeceğim. Seni de yanında götüreceğim." Efendi cümlesini bitirirken üzerindeki beyaz gömleği çıkarmış, dolaptan kendine yeni bir beyaz gömlek almış üzerine geçirmişti bile.
Efendi gömleğinin düğmesini iliklemeye başladığında Ali elini tuttu ve "ben yapayım." Dedi. Efendi aksi bir söz söylemedi ya da itiraz etmedi. Ellerini çekti sadece Ali'ye izin verdiğini göstermek için.
Ali'ye hiç kızmazdı bunu yaptığı için aksine hoşuna giderdi kendisine bu kadar ilgi göstermesi. Uzun zamandır yapıyordu bunu hatta alışkanlık haline getirmişti.
Efendi'nin göz alıcı ve gösterişli bir vücudu vardı Ali'ninkinin aksine. İnce, uzun parmaklarıyla ağır ağır kapattı düğmeleri. Efendi'nin kravatını bağlayıp siyah ceketlerinden birini giymesine yardımcı oldu.
Efendi yatağın kenarına otururken Ali Efendi'nin sıklıkla kullandığı ortasında kırmızı mücevher bulunan ve ejderha figürlü yüzüklerini getirdi, Efendi'nin parmaklarına taktı.
"Biliyorsun," dedi Efendi, "ben senin babanım ve sende benim oğlumsun. Anneni uzun zaman önce kaybettik. Sakın unutma."
Ali kafasını kaldırıp Efendi'nin gözlerine baktı iki saniye boyunca. Yüzünde hiçbir ifade yoktu, konuşmadı, kafasını belli belirsiz sallayıp Efendi'nin sözlerini onayladı.
"Şimdi git sende üzerini değiştir. Kapının önündeyim. Fazla bekletme."
Efendi'nin arkadaşıyla buluşmaya geldiklerin de yine Efendi gibi takım elbiseli ancak Efendi kadar ciddi olmayan bir adam onları görünce ayağa kalktı ve Efendi'nin elini sıktı. Efendi adama gülümseyip karşısına otururken Ali çaprazlarına oturdu.
Adamın saçının ortası dökülmüş, saç olmadığı için parlayan kısımda iki tutam saç sırıtıyordu. Yüzüne göre büyük görünen kemerli burnu Ali'nin gözüne çirkin gözüktü. Kravatı düzgün bağlanmış ancak sonradan bolaltılmış gibi duruyordu. Efendi'yi görünce selamlamak için ayağa kalktığında iliklemiş olduğu ceketinin düğmesini oturunca yeniden çözdü. Alnında birikmiş birkaç ter damlası pencereden vuran güneş ışığı ile parlıyordu. Adam hızlı hızlı nefes alırken boğazından gelen hırıltıyı çok yüksek olmasa bile Ali duyabiliyordu.
Geldikleri restoran çok gösterişli olmasa da pahalı bir yer olduğu sade ama zevkli dekorasyonundan, masaya gelen yemeklerden, içerde bulunan insanların giydikleri kıyafetlerden ve kadınların taktığı o gösterişli takılardan anlaşılıyordu. Normal bütçeye sahip bir insan buraya gelip yemek yiyemezdi.
Efendi Ali'yi göstererek oğlum diye tanıttı. Ali gülümseyip adamı selamladı çünkü bu şekilde yapması gerektiğini Efendi söylemişti.
Adam, sürekli bir şeyler anlatıyor, konudan konuya atlıyor, Efendi adama nezaket gereği gülümseyip her dediğini onaylar gibi kafa sallıyordu. Ali sadece oturmuş arada geçen konuşmayı dinleme gereği duymadan etrafını izliyordu.
Adam, sürekli Ali'ye sorular soruyor, konuşmak için zorluyor üzerine gidiyordu. Adamın niyeti kötü olmasa bile yan masadaki kadın kahkahalarından iyice bunalmış olan Ali'yi bu saçma sorular daha fazla sıkıyordu. Ali terlemeye, bunalmaya başlayınca Efendi artık onun son noktasına dayandığını anladı. Çünkü Ali insanlarla konuşmayı beceremiyor, onlardan uzak durmak için elinden geleni yapıyordu.
Ali'nin ne kadar zor durumda olduğunu görünce dayanamadı ve sinirleri tepesine çıktı, üzerine yaydığı beyaz mendili alıp masanın üzerine fırlattı, hiddetle ayağa kalktı. "Neyi zorluyorsunuz hala?" dedi sinirle, "görmüyor musunuz? Konuşmak istemiyor sizinle?"
Donmuş gibi oturan Ali'yi kolundan tutup ayağa kaldırdı. "Yürü. " dedi, "burada yapacak daha fazla işimiz kalmadı."
Efendi sinirlendiğinde ne yapacağı belli olmazdı. Kendi de bunu iyi bildiği için hemen restorandan çıktılar.
Efendi yanında hiçbir zaman şoför bulundurmazdı bu yüzden kendisi şoför koltuğuna oturdu Ali ise onun yanına.
Efendi henüz arabayı çalıştırmamıştı ki yüzünü yere eğmiş parmaklarıyla oynayan Ali'den kesik kesik hırıltı sesi duyunca "ağlıyor musun?" diye sordu.
Ali cevap vermedi, yeniden sordu. "Ağlıyor musun?" Ali'den bir başkası olsa bu kadar naz yapmasına asla izin vermezdi.
Ali yine cevap vermeyince Ali'nin çenesini tutmak istedi ancak Ali aniden Efendi'nin boynuna sarıldı. Ağlıyordu ve ağlamaya devam ederken, "Ali o insanların hiçbirini sevmiyor. Ali sadece Efendi'yi seviyor," dedi.
Efendi ona karşılık olarak sarılmadı, elini sadece Ali'nin sırtına koydu. "Tamam, bir şey yok. Efendi buradayken kimsenin Ali'yi küçük düşürüp üzmesine izin vermez."
Efendi, eve vardıklarında hala Ali'nin ceketinin ucunu sımsıkı elinde tutuğunu gördü. Ali hep böyle yapardı küçüklüğünden beri. Korksa ya da üzülse Efendi'nin ceketini tutardı sakinleşinceye kadar. Efendi bunu Ali'nin bilerek yapmadığını hatta bir alışkanlık haline getirdiğini fark edeli uzun zaman olmuştu.
"Hadi eve gir," dedi Efendi. Ali'nin elini kendisinin çekmesini sağlamak için.
"Efendi gelmiyor mu?"
"Hemen arkandan geleceğim sen önden git."
Ali arabadan inip eve girdi. Efendi iki eliyle direksiyonu sıkıca kavradı, derince nefes alıp verdi. Ali'nin insanlara uyum sağlamakta ne kadar zorlandığını bir kez daha görmüştü ve bu onu endişeleniyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncak Zaferler (B×B)
Mistério / Suspense(+18 şiddet ögeleri barındırmaktadır.) **** Yakın zamanda birisi çıktı ortaya. Efendi diyordu kendine. İnsanları kaçırıp eski idam yöntemlerine göre öldürüyordu. Bir, iki, üç... cinayetlerin ve yaptıklarının ardı arkası kesilmedi. Bu işi çözmeleri...