Volkan ve Açelya, Murat'ı hastanede karşıladılar. İkisinin de yüzünün asık olmasından Murat anladı ki iyi şeyler olmamıştı. "Neler oluyor?" diye sordu merakını biran önce gidermek için.
Volkan cevap verdi sorduğu soruya. "Hiç iyi şeyler değil, Komiser'im. Yakın zamanda bir kadın bulunmuş. Kadın, o..." Volkan'ın tamamlamak istemediği cümleyi Açelya tamamladı. "O delirmiş. Aslında kadın uzun bir zamandır kayıpmış ama görünürde hiçbir yakını olmadığı için kimse kayıp ihbarında bulunmamış. Bu sabah bize haber verdiler çünkü onun tek söylediği şey; Efendi'ymiş. Daha fazlasını doktora sorsanız iyi olur." Açelya söyleyeceklerini bitirdiğinde doktor yanlarına gelmişti.
"İyi günler, Komiser'im." Doktor, kibarca Murat'ı selamladı. Her zamanki gibi bakımlı ve güzeldi.
"İyi günler." Murat'ın kafası tamamıyla karışmıştı. Acilen bir açıklamaya ihtiyacı vardı. "Bana neler olduğunu anlatabilir misiniz?" Doktor eliyle geldiği yönü gösterdi. O tarafa yürüme teklifinde bulunduğuna göre bahsettikleri kayıp kadının kaldığı oda oradaydı. Komiser, doktorun arkasına takıldı. "Çocuklar, kadının delirmiş olduğunu söylediler ama böyle bir şeyin olması mümkün mü?"
"Elbette böyle bir şeyin olması mümkün. Buna beyaz eziyet ediniyor. Eskiden kullanılan bir yöntemdi ama birileri günümüzde de kullanmaya karar vermiş olmalı."
Her anlatılan sonra Murat'ın kafası daha da karışıyordu. Daha önce beyaz eziyet hakkında hiçbir şey duymamıştı; ne olduğunu sorma gereği duydu. "Beyaz eziyet dediğiniz şey nedir?"
"Çok güzel bir soru sordunuz" dedi, doktor. Nasıl daha iyi anlatabileceğini düşünürken biraz duraksadı ve sonrasında yürümeye devam etti. "Sizi bir odaya kapattıklarını düşünün, ama burası normal bir oda değil. Duvarları da dahil her şeyiyle tamamen beyaz bir oda. Penceresi yok, dışarıyı görebileceğiniz hiçbir yer yok ve size getirilen yemekler de dahil aklınıza gelebilecek her şey beyaz. O odada uzun süre kapalı kaldığınızı hayal edin."
Birazcık düşünmek bile Murat'a yeterli geldi. Oldukça ürkütücü ve çaresiz hissettirdi. "Berbat bir işkence yöntemi."
"Çok doğru söylediniz. Böyle bir şey sizin yavaş yavaş zaman ve mekan algınızı yitirmenize sebep olur, sonra da akıl sağlınızı kaybetmeye başlarsınız. Zavallı kadınla konuşabildiğim kadarıyla ona uygulanan yöntem buymuş."
"Peki, kadınla biraz konuşabilir miyim?"
"Elbette" dedi doktor, ortasında lacivert bir şerit bulunan kapıyı gösterirken. "Konuşun ama size mantıklı cümleler kuracağını zannetmiyorum."
"Olsun" diyerek gülümsedi Murat. Daha içeri girmeden tahmin edebiliyordu olacakları. Doktor kapıyı açtı, içeri girdiler.
Kahverengi saçlarının tepesi beyazlamış, dudaklarında uçuklar çıkmış, gözlerinin altı mosmor olmuş, yaşlıca bir kadın yatağın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Murat iki sandalyeden birine oturdu, doktor da hemen yanına oturdu. Nasıl konuşmaya başlayacağını bilemediği için biraz bekledi. "Merhaba." Yaşlı kadına gülümseyerek baktı. Dostane bir şekilde yaklaşmanın en iyisi olacağını düşündü. "Ben Murat, komiserim. Sizin kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?"
Yaşlı kadın kafasını kaldırdığında yuvalarından fırlayacakmış gibi duran gözlerini gördü, Murat. Bu gözler insanı ürkütür cinstendi. Kadın omzunu salladı. "Ben kim miyim? Bilmiyorum, kimim ben? Ama sen komisersin öyle mi?"
"Evet, komiserim. Size yardım etmek için buradayım."
Kadın gülümseyince sararmış dişleri göründü. "Yardım mı? Neyin yardımı? Bana kötü bir şey olmadı ki. O bana yardım etti. Herkese edecek. O adaleti sağlayacak."
Murat yaşananları bilmese bile kadının son söyledikleri Efendi'den bahsettiklerini anlamasına yetti. En çok merak ettiği şey; Efendi neyin adaletini sağlayacaktı? "O neyin adaletini sağlamak istiyor?"
"Zamanında yaptıklarımızın."
"Zamanında yaptıklarımız mı? Siz kimsiniz?"
"Ben, onlar, hepimiz ve en kötüsü de sen komiser." Kadının dudaklarında acı bir gülümseme belirdi, gözleri doldu. "Hepsi senin suçun Murat, senin."
Murat neyle suçlandığını anlayamadı ama haksızlığa uğradığını düşündüğü için sinirlendi. Kötü bir şey yapmadığına emindi, en azından bu kadar insanın ölümüne sebep olacak hiçbir şey. Kadın ya yalan söylüyordu ya da ne dediğini bilmiyordu. Öfkelendi. "Neden bahsediyorsunuz? Ben ne yaptım? Yalan söylemeyi bırakın."
"Yalan mı? Asıl yalan söyleyen sensin. O bana tüm gerçekleri anlattı."
Biran dostane davranma fikri aklından çıkıverdi. Sinirleri öyle gerilmişti ki bağırdı. "Onun size doğruları söylediğini mi düşünüyorsunuz? Eğer böyle düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Bana şimdi gerçekleri söyleyin. Neler olduğunu anlatın."
"Hayır." Kadın omzunu salladı, ardından bir kere daha salladı ve sonra yeniden salladı. Bunu bilerek yapmıyordu, tik haline getirmişti. "Hayır" diye bağırdı. Saçlarını çekiştirip çığlıklar atıyordu. "Hayır, hayır... git buradan git. Hepiniz gidin buradan."
Doktor aniden ayağa kalktı. "Siz dışarı çıkın" dedi, Murat'a. Komiser ayaklandı, çıkışa yürüdü. Kapıyı açar açmaz iki adam içeri girdi. Doktora yardım etmek ve kadını sakinleştirmek için gelmişlerdi. Murat dışarı çıkmadan önce kadının çığlıklarını son kez duydu. "Sıra sende Murat. Komiser, beni duyuyor musun? Yaptıklarımızın bedelini ödeyeceğiz, hepimiz. Zamanında sağlanamayan adalet artık yerini bulacak." Sonra koridora çıktı, kapı kapandı.
Açelya ve Volkan onu kapının önünde bekliyorlardı. "İçeride neler oldu?" diye sordular aynı anda.
"Hiçbir şey." Murat'ın beyni uyuşmuştu. Ne dediğini ya da ne yaptığını bilmiyordu. Odanın içinde olanları kendisi bile anlamamıştı ki diğerlerine ne anlatsındı? Volkan, Murat'ın kötü halini fark edip bir bardak su getirdi. Komiser, biraz sakinleşince beraber merkeze geçtiler. Koray yolda onlara katıldı.
"Kadının adı Işıl Aksoy. Elli yedi yaşında." Genelde olduğu gibi ilk önce Volkan başladı söze. "Bir evlilik yapmış ve boşanmış. Hiç çocuğu olmamış. Eski kocası şuanda bir huzurevinde kalıyor."
Komiser koltuğunda arkasına yaslanmış oturuyordu. Bir kalem çeviriyordu elinde. "Efendi denilen kişi geçmişin intikamını alıyor ama bu intikam neyin intikamı? Hiçbirinizin dikkatini çekti mi bilmiyorum ama eskiye dönüp bakılacak olursa Aykut ve Mehmet çocukken Didem ile Işıl yetişkindi. Hem Aykut, Mehmet, Didem üçlüsü birbirini tanırken Işıl onlardan tamamen bağımsız. Yani ortak yönleri okul değildi. Başka bir şey var. Peki ya geçmişe bakarsak Efendi çocuklar gurubuna mı dahildi yoksa yetişkinler mi?"
"Bundan emin olamayız bana göre." Dikkatle Murat'ı dinleyen kulaklar, biranda Koray'a yöneldi. "Efendi çocuk da olsa yetişkin de olsa tüm bunları planlamak için yeterince zamanı vardı. Varsayalım ki Efendi geçmişin intikamını alıyor. O zaman öldürdüğü kişilerin her birini bizzat tanıyordu. Biz de geçmişten birilerine bakmalıyız."
"Haklısın." Komiser, Koray'ın söylediklerini onayladı. Dalmış gibi gözlerini boşlukta sabitlemişti. "Efendi hepsini geçmişten tanıyor ama onları birbirine bağlayan şeyin ne olduğunu bilmeden Efendi'nin kim olduğunu bilemeyiz çünkü geçmişte ki herkes şüpheli sayılır. Bize daha fazla ip ucu lazım. Belki de anahtar bu kadında saklıdır. Kadının boşandığı kocasına gidin ve konuşun."
Volkan, Işıl'ın huzurevinde kalan eski kocasının yanına gitti konuşmak için. Adamın saçları dökülmüş, keldi. Yaşı çok ileri olmamasına rağmen çökmüş görünüyordu. Volkan bakıcı adamla beraber odaya girdiğinde Selçuk -Işıl'ın eski kocası- yatakta uzanarak oturuyordu. "Merhaba."
Selçuk, merakla Volkan'a baktı. "Merhaba."
Volkan yatağın hemen yanındaki koltuğa oturdu. Aralarında küçük bir sehpa vardı. Bakıcı ise ayakta kalmayı tercih etti, sırtını duvara yaslamış onların konuşmasını izliyordu. "Buraya eski karınız Işıl Hanım hakkında konuşmaya geldim."
Adamın yüzü biranda karardı ve kıpkırmızı oldu. Volkan neye bu kadar sinirlendiğini merak etti. "Bir şey mi oldu acaba?" diye sordu.
"Daha ne olsun? Bana o kadının adını bir daha anmayın. Duymak istemiyorum."
"Neden? Ayrılık süreciniz kötü mü gitti?"
"Eğer şimdi tek başıma burada olmamım bir nedeni varsa o da o kadın. İlk karım öldükten sonra bir kez daha evlendim. Işıl'la birbirimizi seviyorduk yani ben öyle zannediyormuşum. İlk başlarda bana öyle ilgili ve yakın davrandı ki aklımı başımdan aldı. Gözüm ondan başkasını görmez oldu. Bütün paramı dolandırıp kaçtıktan sonra fark ettim ki o bir yılandı. Oğlum beni uyarmıştı Işıl konusunda ama ben onu dinlemedim hiçbir zaman."
"Oğlunuz mu? Bir oğlunuz mu vardı?"
"Evet, ilk karımdan bir oğlum var. Yani eskiden vardı."
"Neden eskiden dediniz? Şimdi aranız iyi değil mi? Eğer iyiyse oğlunuzun yanına gitsenize."
Adam yaşlarla dolmuş gözlerini kaçırdı. "Oğlum Tamay'ın yanına gitmeyi çok istiyorum ama ölüm beni bir türlü bulmuyor."
Volkan söyledikleri için pişman oldu. Amacı Selçuk'un acılarını canlandırmak değildi. "Üzgünüm, oğlunuzun öldüğünü bilmiyordum."
"O kendini öldürdü. Babası olarak ona yardımcı olmak için asla uğraşmadım. Hep azarladım, kızdım, diğer insanlar ne derse onları dinledim. Ben onun ruhunu öldürdüm, o da kendi bedenini."
Volkan biran kendi babasını anımsayıverdi. Annesini aldatışını, hiçbir şey olmamış gibi diğer kadın için onları terk edişini ve kendi ölmüş ruhunu hatırladı. "İnanın ölmüş bir ruh, ölmüş bir bedenden daha kötüdür."
Volkan huzurevi ziyaretinden sonra yeniden merkeze döndü. Selçuk'un söylediklerini Murat'a ve ekip arkadaşlarına anlattı. "Anlamıyorum." Komiser düşünceli görünüyordu. Bu dava sanki onu on yıl daha yaşlandırmış gibi çökmüştü. "Onları birbirine bağlayan şeyi neden bir türlü bulamıyoruz? Üstelik nasıl oluyor da arkasında asla iz bırakmıyor? Nasıl bütün adımlarımızı önceden tahmin ediyor? Nasıl, nasıl yapıyor bunu?" Cevaplanamayan her soru Murat'ın beyninde patlama hissi yaratıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncak Zaferler (B×B)
Misterio / Suspenso(+18 şiddet ögeleri barındırmaktadır.) **** Yakın zamanda birisi çıktı ortaya. Efendi diyordu kendine. İnsanları kaçırıp eski idam yöntemlerine göre öldürüyordu. Bir, iki, üç... cinayetlerin ve yaptıklarının ardı arkası kesilmedi. Bu işi çözmeleri...