Bridget daha önce görmediği bir apartman girişindeydi. Merdivenlere doğru ağır adımlarla yaklaştı ve oldukça dik olan birkaç basamak yukarı çıktıktan sonra asansörün tam önünde durdu. Her ne kadar o dar kabine girmemek için her şeyini vermeye hazır olsa da içinde mecbur olduğuna dair garip bir his yatıyordu.
Yavaşça asansörün kapısını açtı ve derin bir nefes alıp içeri girdikten sonra 3. katın düğmesine bastı. Asansör kabini büyük bir gümbürtüyle hareket etti. Asansör kabini yukarı çıkması gerekirken garip bir şekilde zemin kata doğru gömülmeye başladı.
Otoparktaki bir arabanın alarm sesine uyanan Bridget göz kapaklarını hızla açarak yattığı yerden doğrulup etrafına bakınmaya başladı. Perdenin arasından sızan güneş ışınları güzel bir günün habercisiydi.
Bridget dışarıdaki manzaraya göz atmak için hızla yatağından kalktı ve pencereye doğru yürüyüp perdeyi araladı. Hava düne nazaran çok daha güzel görünüyordu. Yanı başındaki çalar saat, 08.40'ı gösteriyordu.
Perdeyi bırakıp atağının ayakucuna doğru ilerleyen Bridget, yavaşça yere çömelerek yerde duran mor renkli hasır sepete doğru eğildi ve içindeki küçük beyaz kediye baktı.
"Günaydın küçüğüm. "
Kedi mahmurca esneyip patilerini yalamaya başladı. Bridget kedinin başını okşadıktan sonra hızla aşağı inerek banyoya girdi.
Geceden kalan bir kaç bigudiyi saçlarından büyük bir zahmetle çıkardıktan sonra yüzünü yıkadı. Bir süre aynadaki yansımasını seyretti. Yosun yeşili gözleri bu sabah çok canlı görünüyordu. Cildi pürüzsüzdü. Ne var ki çilleri onu küçüklüğünden beri rahatsız ederdi. Neyse ki kapatıcılar vardı.
Omuz hizasında kızıla çalan kestane rengi saçlarını gelişi güzel topuz yaptıktan sonra aynada kendine baktı. Ani bir kararla saç köpüğünü kapıp saçlarını olabildiğince kabarık bir görünüme getirdi.
Saat 08.50 olduğunda Bridget banyodaki işini bitirip dışarı çıktı. Luna, hasır sepetinden dışarı çıkmış çalışma masasının yanında duran sabah kahvaltısını iştahla midesine indirmeye koyulmuştu.
Yeterli zamanının kalmadığını biliyordu fakat içinden seri davranmak gelmiyordu. Oysa en son isteyeceği şey Bayan Margrate'dan gereksiz yere azar işitmekti. Bridget'ın yazı işlerinden sorumlu olduğu kadın dergisinin yayın yönetmeni Bayan Margrate, elemanları tarafından fazla sevilmeyen, garip takıntıları olan, anlaşılması zor bir kadındı. Odasına giren herkes masasının üzerindeki dolma kalemlerin ve cep broşürlerinin mutlaka simetrik bir sıraya göre dizilmiş halde durduğuna şahit olurdu.
Bridget haz etmediği patronunu düşünmeyi reddedip gardırobunun kapağını açtı. Sıkıcıydı. İçinden her şeyi çöpe atıp dolabı yeniden düzmek gelmişti.
Beyaz, bej ve siyah renklerin hakim olduğu klasik kesim bluzları ve kumaş pantolonlarını adeta elinin tersiyle bir kenara iten Bridget, dolabındaki tek abiye elbise olan koyu kırmızı straplez elbisesini askısından çıkartıp üzerinde nasıl durduğuna bakmak için boy aynasına doğru ilerledi. Beyaz teninin üzerinde gerçekten çok hoş durmuştu.18. yaş gününde babasından hediye aldığı bu elbiseyi ilk iş günü haricinde bir türlü giyme fırsatı bulamamıştı.
Sıra makyaja gelmişti. İlk olarak siyah bir kalemle gözlerini oldukça kalın bir hatla belirginleştirdi sonra kirpik uçlarını kıvırdı ardından fondötenle bütün çillerini yok etti ve son olarak da dudaklarına sürdüğü kan kırmızısı rujla makyajını tamamladı. Odasındaki işini bitirip çantasını toparladıktan sonra hızlı adımlarla salona indi. Kendi zevkine göre düzenlediği renkli mobilyalar, büyük annesinden kalan birkaç antika eşya, farklı boy ve ebattaki hayvan bibloları, duvarındaki ilginç tabloları ve üst kata çıkan merdivenin ahşap yer döşemeleriyle olan uyumluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk Terapi
RomanceModa dergisinin sıradan bir çalışanı olan Bridget, hiç de sıradan olmayan bir ruh hali içerisinde... Dışarıdan göründüğü gibi normal biri mi yoksa yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Bridget'ın iç dünyasını keşfe çıkmaya hazır mısınız?