Soğuk ve yağmurlu bir geceydi.Gecenin kasvetli ve zifiri karanlığı, davetsizce kutu gibi olan küçük odaya sızıp odayı ele geçirmiş karabasan misali Mavi'nin ruhuna ve kalbinin üzerine çöreklenmişti.Genç kadın odanın en dip köşesinde olan sedir yatağından kalkıp doğruldu.Odanin içine sızan ay ışığına bakıp ışığı açmadigi için şükretti.Yorgundu.Göz kapakları şişmişti.Herzaman yoğun çalışırdı çalismasina ama bu sefer yorgun olan ruhuydu.Odanin dengesini kiran ay ışığına bakıp etrafa göz gezdirdi.Odasinda fazla eşya yoktu.Eşyalarin ruhuna ağırlık yaptığını düşünür fazla eşya almazdı evine.Kutu gibi küçük odasınin dip köşesinde bulunan yatağının çaprazında masası bulunmaktaydi.Sade ve gösterişsiz odasını renklendiren resimleri vardi odanin duvarlarında.Mavi yavaşça ayağa kalkıp masasına doğru yürüdü.Aksamdan doldurduğu bardağını eline alıp içti.Ayın duru ışığı masasını loş bir şekilde aydınlatmıştı.Beyaz pazen geceliğiyle sandalyeye oturdu. Başinin önüne düşen mavi siyah buklelerini kulağının arkasına sıkıştırdı.Beyaz apak elleriyle günlüğünün kapağını açtı.Dudaklarindan dökülen tek bir kelimeyi defterine yazdı: "Nokta." O sırada uzaklardan gelen Müptela kuşunun sesini duydu.Genç kadın nefesinin daraldığını hissedip pencereyi açtı.Elini pencereden çıkartti. Yağmuru avuçladı.Yağmur damlaları genç kadının elini yıkiyordu. Genc kadın hüzünlerinin de yıkandığını, bir nebze olsun ruhunun yıkanıp hüzünlerinin eksildiğini hissetti.Eksile eksile çoğalmıyor muydu insanoğlu? Başını hafifçe yukarı kaldırdığında gecenin zifiri karanlığına inat parlayan dolunaya hayranlıkla bakakalan Mavi bir müddet karanlığın sesini dinlemeye devam etti.
Aynı anda şehrin en ücra köşesinde zamansız bir mekanda olan genç adam sehpanın üzerinde olan kibritini eline alıp zifiri karanlık geceye bir kibrit çaktı.Kibritten çıkan küçük alev genç adamın portre gibi kusursuz yüzünün yarısını aydınlattı.Genç adam başını eğip sigarasını yaktı.Bir ressamın son firca darbeleri nasıl tutkuyla vuruyorsa o da sigarasinin gri tonlarını tutkuyla ciğerlerine çekip geceye bıraktı. Zihninin en karanlık köşesinde askıda asılı duran "üç noktayı" alıp hayatının önüne koydu.Artık herşeye ara verdiğini düşündüğü anda karanlık geceyi aydınlatan şimşek odayı birkaç saniye aydinlatti.Gök gürlemesinin sesi odanın icinde, genç adamın zihninde yankılandı. Yagmur inceden çiseleyip pencerenin camını yalamaya başladı. Pencereyi açıp ıslak toprak kokusunu içine çekti.Pencereden gecenin örttüğü yemyeşil boylu boyunca uzanan ağaçlara baktı.Penceresi ormana bakiyordu.Ve cocuklugu bu ormanda büyüyerek geçmişti. Çocukluğunun en maceracı en hayalperest oyunlarını bu ormanda oynamış; ormanın en bilinmedik, kuytu köşelerini, kör noktalarını keşfetmişti çocukluğu boyunca.Kutay küçükken ormana girdiğinde kuşlar, böcekler, ağaçlar sanki onun arkadaşı olmuş; Kutay'a kol kanat germişti.Ormanda hiçbir zaman kendini yalniz hissetmemişti.Zaman ormanın içinde durdu hep. Ve zamansız bir mekanda ağaçlar Kutay'ın kulağına sırlarını da fısıldamıştı tek tek. Kutay bu sırları hatırlayıp iliklerinde hissedince ürpererek gözlerini açıp zihninde yankilanan çocukluk anılarından siyrildi. Âna döndü.Üstüne yağan damlalar içini biraz da olsa ferahlatıp çocukluğunun sırlarını alıp götürdü.Ruhunun kamburlaştığını hissetti o anda.Şaşırdı.'Sahi insanın ruhu hiç kambur olur muydu 'diye merakla kendine sordu.''Acaba başka bir zamanda başka bir yerde benim gibi ruhu kambur insanlar var midir gerçekten?'' diye düşündü icinden. Yağmuru ve soğuğu severdi genç adam sevmesine de geçmişindeki sırları hatırlattığı için ürpermesine yol açmıştı bu sefer.Çocukken annesiyle ne zaman yağmura yakalansalar annesi hemen bunu oyuna çevirirdi.Kutay bunu hatırlayıp gülümsedi.Birden içinin ısındığını hissetti.Biriken suların üzerinden atlaya atlaya kimi zaman otobuse kimi zaman eve yetişmeye çalısırlardı. Ne zaman kirli suların üzerinden atlarken ıslansalar annesi gülümserdi hep. Kahkalar atarak oyuna devam ederdi.Böyleydi annesi ne zaman zorluk çıksa karşısına büyük küçük demeden onları oyuna çevirir eğlendirirdi Onu. Zorluklarla, hayatla dalga geçip anın keyfini doyasıya yaşardı. İnsanların ağladığı, kızdığı olaylara annesi gülüp dalga geçer, anın keyfini çıkartıp çözüm üretirdi. Babası Kutay'a mücadeleci ruhunu annesinden aldığını söylerdi hep. Kutay ne kadar çok özlemişti onu. Öyle bir hasretti ki bu sarılsa sabahlara kadar gene de doyamazdi O'na. Bir de yağmur sonrası ıslak toprakta yürümeyi severdi genç adam.Annesiyle yağmur sonrası ormanda yürüyüşlerini özlemle anımsayıp gülümsedi. Islanan dudaklarından bir kelime döküldü genç adamın: "üç nokta" .Zihninin kör, kuytu odalarında asılı durup sallanan kelimeyi alıp önüne koymuştu.Hayatinin tam orta yerinde, yarım kalan cümlelerinde ne yargı bulmak ne de cümlelerini bitirmek istedi genç adam.Bir müddet ara verip hayatına dinlenmeliydi.
Yağmur giderek çoğalmaya ve şiddetini artırmaya başladı.Genç kadının beyaz yüzü geceyi aydinlatirken yağmur yüzüne serpiştirmeye devam ediyordu.Genç kadın gülümsedi.Uzun zamandır gülümsememişti. Genç kadın artık "her şey geride kalmalı bu son olsun" dedi. Aynı anda gecenin soğukluğunu içine çeken genç adam "yüklemsiz tümcelerim olsun artık sevmek yok'" dedi. Gecenin zifiri karanlığında ikisininde dudaklarından bu kelimeyi söylerken nerden bileceklerdi ki kaderin ağlarının çoktan onlar için örüldüğünü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
M A V İ
General FictionLise de edebiyat öğretmenim ''İnadına yaşamak"adlı tiyatro oyununu önerdiğinde isminden çok etkilenmiş fakat ozamanlar bu iki kelimenin anlamını özümseyememiştim.Ta ki hikayemin başkahramanı Mavi'yle 3.5 yıl önce soğuk koyu gri bir şubat ayında tan...